I.Bölüm
Doğum,
Ölüm ve Diriliş
Mısırlı Osiris, Fenike ve Yunanlı Adonis, Firikyalı
Attis ve günümüze dek ulaşan benzerleriyle, o, tüm coğrafya ve kültürlere
yayılmış tanrısallığın kökenidir.
Kadim kültürlerin teolojisinde, temel iki unsur,
cennet ve yeryüzüdür. Cennet kendinden, yeryüzünü ve sonra sırasıyla yaratılış
düzenini yaratır. Yüksek ihtimal ki tarih öncesi dönemde bu öğeler
cinsiyetsizdir.
Tarihi başlatan Sümerleri, doğadaki büyüme ve
çürümenin yinelenmesi derinden etkilemiştir.
Böylelikle, Doğa Ana’ya yaratıcı, dişil, ilk
tanrılığı atfetmiş ve tarih sahnesinden çekilene dek bunu geliştirerek,
panteondaki yerini korumuşlardır. Oğlu ise (eril unsur) hayatın somut olarak
kutsallaştırılmış halidir.
Onlar için; yeryüzünün üretken güçleri Doğa Ana’yı, üretilen
somut varlık da onun oğlunu betimliyordu, Sümerlerin adlandırmasıyla, “mümin oğul”
yani “Dumuzi”.
Kullanılan ad, tamamiyle Sümercedir ve tarihin gün
dönümünde, İ.Ö. 3000’den önce belirir. Babil’de “damuzi, du’uz ”, Sami
Babillilerce “Duuuz”, İbranicede “Temmuz, Tamuz”, Hıristiyanlık sonrası,
Mandean kaynaklarında “Thamuz”, Süryanilerde “Tamuz, Thammoze, Thamuzd, Themozd”,
Arapçada “Tauuz”, Türkçede “Tamu-z, Tamus, Tammus, Tamıs, Dumuz, Dumıs” olarak
yer alır bu kelime.
Temmuz: Rumi takvimin beşinci ayıdır, İbrani ve Aram
takviminin dördüncü ayı, Gregoryen takvime göre yılın yedinci ayıdır.
İ.Ö. 2800’den sonra altıncı ayın adı olarak
kullanılmıştır ve görülüyor ki yıl yaz ortasında başlıyordu. Bu Sargon dönemi
öncesinde, ay adı olarak kullanılmamıştır.
Biliyorum ki orijinal olarak ve katiyetle yaz gün
dönümlerinde Temmuz Festivali töreni gerçekleşir ve yıllık ağıtlar, adına
yakılırdı. M.Ö. 6. Yüzyıla değin, Kudüs tapınaklarında, Temmuz adına ağıtlar
yakıldığı yazılıdır.
Ortaçağ Harran’ından kaynaklara göre, bu dönemde,
kadınlar, Temmuz’un vücudu namına, ne tahıl yerler ne de onları öğütürler.
Bin yıllar öncesinden, bir ağıt bölümü, çevirerek
aktarıyorum:
“…Feryat
arpa için, başaklar büyümez.
…Feryat
bahçe ambarı için, bal ve şarap üretilmez.
…Feryat
orman için, ılgın ağacı büyümez.”
Coğrafyaya baktığımızda anlarız ki, bu Sümer kökenli
Babil geleneği, Yunan ritüelleriyle uyum içinde oluşuyla da ortadadır, Biblos
ve Kıbrıs yoluyla Yunan dinine geçmiştir.
Bu öykü, ölümdeki yaşamın tefekkürüdür.
Başlangıçta, çiçeklerin solması, derelerin
çekilmesi, ekinlerin talan olması gibi vakaların, doğadaki tanrısallığı temsil
eden ana unsurunun, Hades’e gittiğini düşünmelerine yol açmıştır.
Böylelikle, oğlunun peşinden giden, onu arayan,
üstelik bunu ölen insanlık namına yapan bakire anaya ulaşırız.
Bugün yapılan hesaplamalara göre, Akyıldız (Siryus)
İ.Ö. 11 Nisan 3000’de batı ufkunda batar ve iki aya yakın müddette belirmez.
Şaşırtıcı olan şudur ki Sümerler bakire anayı bu yıldızla özdeşleştirmiştirler.
Bu öyküyü destekleyen tablet bugün, İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ndedir. Orada İştar, Temmuzu serbest bırakması için, Hades tanrıçasına
yalvarır.
Aynı öykü, Yunanda, Demeter’in, kızı Persephone için
Pluto’yla karşılaşmasında aksini bulmuştur.
Nihayetinde, anne, genç tanrıyı göğsünde taşıyarak
yeryüzüne döner.
“…Ki
orada çayır yoktu, otlanıldı.
Ki
orada su yoktu, su içildi.
Ki
orada ahırlar yoktu, inşa edildi.”
İlkel dönemde, görülen o ki, şehrin kralı Hades’in
güçlerini tatmin etmek ve kuraklı, çürüme mevsiminin ardından hayatın geri
dönmesi için, ölen tanrı rolünü icra etmek zorundaydı. Üstelik toprak anayla,
sembolik olarak evlendirilip, Sayda ve Kıbrıs’ta, gerçekten öldürüldüğü ayinler
de antik dinin etkilerindendir.
Orijinal ayine baktığımızda, iki bölüm olduğunu
görebiliriz; bir, ağıt ve cehenneme iniş, iki, diriliş ve evlilik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder