16.2.13

Temmuz

I.Bölüm

Doğum, Ölüm ve Diriliş



Mısırlı Osiris, Fenike ve Yunanlı Adonis, Firikyalı Attis ve günümüze dek ulaşan benzerleriyle, o, tüm coğrafya ve kültürlere yayılmış tanrısallığın kökenidir.

Kadim kültürlerin teolojisinde, temel iki unsur, cennet ve yeryüzüdür. Cennet kendinden, yeryüzünü ve sonra sırasıyla yaratılış düzenini yaratır. Yüksek ihtimal ki tarih öncesi dönemde bu öğeler cinsiyetsizdir.

Tarihi başlatan Sümerleri, doğadaki büyüme ve çürümenin yinelenmesi derinden etkilemiştir.


Böylelikle, Doğa Ana’ya yaratıcı, dişil, ilk tanrılığı atfetmiş ve tarih sahnesinden çekilene dek bunu geliştirerek, panteondaki yerini korumuşlardır. Oğlu ise (eril unsur) hayatın somut olarak kutsallaştırılmış halidir.

Onlar için; yeryüzünün üretken güçleri Doğa Ana’yı, üretilen somut varlık da onun oğlunu betimliyordu, Sümerlerin adlandırmasıyla, “mümin oğul” yani “Dumuzi”.

Kullanılan ad, tamamiyle Sümercedir ve tarihin gün dönümünde, İ.Ö. 3000’den önce belirir. Babil’de “damuzi, du’uz ”, Sami Babillilerce “Duuuz”, İbranicede “Temmuz, Tamuz”, Hıristiyanlık sonrası, Mandean kaynaklarında “Thamuz”, Süryanilerde “Tamuz, Thammoze, Thamuzd, Themozd”, Arapçada “Tauuz”, Türkçede “Tamu-z, Tamus, Tammus, Tamıs, Dumuz, Dumıs” olarak yer alır bu kelime.

Temmuz: Rumi takvimin beşinci ayıdır, İbrani ve Aram takviminin dördüncü ayı, Gregoryen takvime göre yılın yedinci ayıdır.

İ.Ö. 2800’den sonra altıncı ayın adı olarak kullanılmıştır ve görülüyor ki yıl yaz ortasında başlıyordu. Bu Sargon dönemi öncesinde, ay adı olarak kullanılmamıştır.

Biliyorum ki orijinal olarak ve katiyetle yaz gün dönümlerinde Temmuz Festivali töreni gerçekleşir ve yıllık ağıtlar, adına yakılırdı. M.Ö. 6. Yüzyıla değin, Kudüs tapınaklarında, Temmuz adına ağıtlar yakıldığı yazılıdır.

Ortaçağ Harran’ından kaynaklara göre, bu dönemde, kadınlar, Temmuz’un vücudu namına, ne tahıl yerler ne de onları öğütürler.

Bin yıllar öncesinden, bir ağıt bölümü, çevirerek aktarıyorum:

“…Feryat arpa için, başaklar büyümez.
…Feryat bahçe ambarı için, bal ve şarap üretilmez.
…Feryat orman için, ılgın ağacı büyümez.”

Coğrafyaya baktığımızda anlarız ki, bu Sümer kökenli Babil geleneği, Yunan ritüelleriyle uyum içinde oluşuyla da ortadadır, Biblos ve Kıbrıs yoluyla Yunan dinine geçmiştir.

Bu öykü, ölümdeki yaşamın tefekkürüdür.

Başlangıçta, çiçeklerin solması, derelerin çekilmesi, ekinlerin talan olması gibi vakaların, doğadaki tanrısallığı temsil eden ana unsurunun, Hades’e gittiğini düşünmelerine yol açmıştır.

Böylelikle, oğlunun peşinden giden, onu arayan, üstelik bunu ölen insanlık namına yapan bakire anaya ulaşırız.

Bugün yapılan hesaplamalara göre, Akyıldız (Siryus) İ.Ö. 11 Nisan 3000’de batı ufkunda batar ve iki aya yakın müddette belirmez. Şaşırtıcı olan şudur ki Sümerler bakire anayı bu yıldızla özdeşleştirmiştirler.

Bu öyküyü destekleyen tablet bugün, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Orada İştar, Temmuzu serbest bırakması için, Hades tanrıçasına yalvarır.

Aynı öykü, Yunanda, Demeter’in, kızı Persephone için Pluto’yla karşılaşmasında aksini bulmuştur.

Nihayetinde, anne, genç tanrıyı göğsünde taşıyarak yeryüzüne döner.

“…Ki orada çayır yoktu, otlanıldı.
Ki orada su yoktu, su içildi.
Ki orada ahırlar yoktu, inşa edildi.”

İlkel dönemde, görülen o ki, şehrin kralı Hades’in güçlerini tatmin etmek ve kuraklı, çürüme mevsiminin ardından hayatın geri dönmesi için, ölen tanrı rolünü icra etmek zorundaydı. Üstelik toprak anayla, sembolik olarak evlendirilip, Sayda ve Kıbrıs’ta, gerçekten öldürüldüğü ayinler de antik dinin etkilerindendir.

Orijinal ayine baktığımızda, iki bölüm olduğunu görebiliriz; bir, ağıt ve cehenneme iniş, iki, diriliş ve evlilik.

Uzun dualar ve hüzünlü ağlamalara eşlik eden flütler bugün, herkesin kulaklarında çınlamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder