31.3.17

Kuran’ın Gizemli Harfleri: Besmele’nin Eski Kısaltmaları


Genel manada bilgi için doğrudan sondaki özeti okuyarak başlayabilirsiniz.

“Aşağıda tercümesini verdiğim bu makale, Temmuz – Eylül 1973’de “Journal of the American Oriental Society, Vol. 93, No.3”, sayfa 267-285’de yayımlanmıştır. 19 Sayfalık makale üç kısımdan oluşmakta. Ben yalnızca metin tadili yapılan 3. Kısmı ve sonuç kısmını tercüme ettim. İlgililerin arzusu yeteri derecede olursa, diğer kısımları da zaman içinde aktarabilirim.

Tercümeyi İngilizce’den yaptığımdan ve Arapça bilmediğimden, özellikle tadil kısmında yer alan harf tercümelerini hataya mahal vermemek için olduğu gibi bıraktım. Yine, ilgili yahut yardımcı bir okur vasıtaıyla, bunları zaman içerisinde düzenleyebilirim."

Utku Cem

III. Metin Tadilleri

Genel hatlarıyla, kısaca Arap kısaltmalarını değerlendirerek başlayacağız. Gerçekten de Arapça pek az kısaltma kullanır; bitişik yazım, standart kısa hece ünlülerin ihmal edilişi ve çift manayla neticelenemiyecek vurguların hariç edilme imkanı, genel anlamda Arapça’nın kısaltmalardan vaz geçebilmesine olanak tanımıştır. Yine de bazıları, büyük çoğunluğu dini tertip veya hadis isnadlarında sıklıkla kullanılan kelimeleri temsilen genel kullanıma girdi:  “salla ilahu ‘alayhi ve-sellem” için SL’M; “radiya ilahu anh” için RDH; tümü “haddesena”yı temsil eden, hadislerde bulduğumuz N’, ThN ve DThN’ (MSS çoğunlukla noktasızdır); “Ahberana” için ‘N’ ve ‘BN’; ve diğer birkaçı ise özel isimleri temsil eder: Buhari için Kh, Müslim için M gibi. Kuran kıraatındaki duraklarla ilgili kitaplarda(el vakf vel-ibtida), birkaç kısaltma daha görüyoruz, bunların arasında “lazim” için M, “muttak” için T ve benzerleri. Papirüslerdeki kısaltmalar az ancak “azhar”, “dirhem” için D,  “aradib” için B, “bi-ta ‘rikhii”  içinse BH ile karşılaşıyoruz.

Tüm bu kısaltmalar oldukça basit bir prensibe göre oluşturulmuştur: kelime veya terkipten alınan tek bir harften (Muhakkak ilki değildir) teşekkül edebilirler; veya birden fazla harf ihtiva ediyorlarsa, kelime veya terkipte görüldüğü düzenle aynı sırada çevrilmek zorundadır. Şüphesiz daha sonraki uygulamalar, erken dönemi mutlak yansıtmaz fakat bu prensip bir ortak akıl ürünüdür, herhangi diğer tertibat, çetrefil değillerse kısaltmaları çift anlamlı kılabilir ve işaret, sembol durumuna düşürebilirdi, batı dillerindeki #, %, &; ve benzerleri gibi. Tenvin ve şedde vb. seslileri temsil eden yazım sistemindeki birkaç sembol dışında, erken Arapça’nın bu tip sembollere sahip olduğuna dair bir bulgu yoktur ve ilgilendiğimiz dönemin çok sonrasında kullanıma girmiştirler. Yani, eğer mukatta’at besmelenin kısaltmasıysa, her ihtimalde yukarıda bahsedilen prensiple uyumludurlar.

Aklımızdaki bu prensiple mukatta’atı incelersek, 14 harf ve harf grubunun beşinin bu gereklilikleri karşıladığını görüyoruz: ALM, ALR, ALMR, HM ve N. Bunlar en sık kullanılanlar arasında, böylece 19 surenin önündeki besmele için aslında kabul edilebilir kısaltmalara sahibiz. Tabii ki sorun, uyumsuz olan 10 sure önünde yer alan 9 kısaltmada kendini gösterir ve bu noktada işleri yoluna koymak için metnin tadiline başvurmak zorundayız.

Tadiller önermeden önce, genel manada Kurani çalışmalardaki tadil sorularına yine de dikkat vermek zorundayız. Batılı bilginler, Kuran metinleriyle ilgili tadilden ölçülü biçimde kaçınmıştırlar: bir eleştirel yayım hazırlığında, tadil son aşama olduktan sonra bu anlaşılabilir ve şimdiye dek hiç kimse Kuran’ın eleştirel yayımını yapmaya girişmedi. Hatta bu hürmette oryantalistler, bazılarının metni tadili önerdiği daha önceki Müslüman meslektaşlarından daha tedbirli davrandılar. Kuran metinleri hakkındaki literatüre kısa bir bakış, çeşitleri arasındaki seçeneklerin pek çok sorununu ve daha düşük boyutta tadilin, Kuran’ın herhangi gelecek düzeltmenini beklediğini gösterecektir. Mukatta’ata hürmetle, inanıyorum ki, Kuran’ın olmayan eleştirel basımı, mukatta’at hakkında halihazırda elimizde olandan daha fazla malzeme vermeyecek olduktan sonra bu adımı atmakta şimdiden haklıyız. Üstelik, Osman öncesi çeşitler bize tipik olarak açıkça metinsel sorunları sunmakta: tadilin gerektiği noktada, metinsel eleştirinin onaylanmış biçimiyle üstesinden gelinmelidirler.

Buna karşın asıl zorluk, tadil sunmakta değil ancak tadilin gelişigüzel olmasıyla itham edilmekten kaçınmamıza olanak tanıyacak belirli tedbirler dahilinde çalışmakta. Bütün meselenin düğüm noktası aslında burada. Önerebileceğimiz tadiller, bir metin düzeltmeni tarafından umumen önerilenlerden oldukça farklı mahiyettedirler, o andan sonra, muhtemel mananın şartı dahilinde işleyerek, her bir bozulmayı münferiden doğrulamak için araştırırlar. Şuan, doğrusunu söylemek gerekirse, mana şartlarına sahip değiliz. Düzeltmektense, halihazırda hipotezimizde şart koştuğumuz manayı üretmek amacıyla çabalıyoruz. Belli ki, keyfi tadil ihtimali burada daha büyük ve büyük ihtiyatla hareket etmek zorundayız: aksi takdirde, okuyucularımız haklı olarak bizi, yalnızca bizden öncekilerin keyfi izahatleriyle, keyfi tadillerin yerini değiştirmekle suçlarlar.

Böylesi tedbirler alabilmek için, öncelikle bir tadilin keyfi olup olmadığına hüküm verebileceğimiz standartlar tanımlayacağız ve bir kısaltmanın daha az veya daha çok güvenilir olup olmadığına karar verilebileceğiz. Herhangi bir harf herhangi bir harfe dönüştürülebildikten sonra, bu durum eğer sadece bir kez meydana geliyorsa, bir tadil keyfi olarak nitelendirilmek zorundadır. Bir tadil, keyfi özelliğini bir kereden fazla kaybediyorsa ve daha sıklıkla uygun bulunuyorsa, daha az keyfi hale gelir. Diğer yandan, bir kısaltma daha az tadile gereksinim duyuyorsa, daha güvenilirdir. Sunulan bir kısaltma, hizaya girmek için gittikçe daha fazla tadile ihtiyaç duyuyorsa, daha az inandırıcı olur.

Şimdi, tadilimizde takip edeceğimiz yöntemin iki kuralını koyacağız, her biri yukarıda bahsettiğimiz standartları sürdürmeye yönelik olacak: 1. Bir tadile, bir kez karar verildiğinde, harf nerede olursa olsun aynı tadili uygula. 2. Her bir kısaltmada sadece bir harfi düzenle, mümkün olduğunca mevcut kısaltmayı az değiştir. Kural 1, bizi bir seçim yaptığımızda kararlı olmaya zorlarken, Kural 2 daha ileri seçim özgürlüğüne sahip olmaktan bizi alıkoyacak.

Tabii ki sonuç, her durumda yukarıda bahsedilen standartlara bağlı olarak besmelenin kabul edilebilir bir kısaltması olmak zorunda. Bu sonuç, vakaların büyük çoğunluğunda ortaya çıkarsa, hipotezimizin doğru olduğu ve tadilimizin keyfi olmadığını gösteren yeterli kanıt olacak. Aynı zamanda, kısaltmalardaki bozulmaların küçümsendiğinin, her bir benzer durumda sadece bir tek harfle uzandığının kanıtı olacak, elbette bu bizim hoş karşılayacağımız fakat beklemek için sebebimiz olmayan bir şey.

***

İlgileneceğimiz ilk mukatta’at grubu “la” ile başlayanlar olacak. “La”yi her durumda, BAS, BASM ve BAH ile sonuçlanan“ba-alif” olarak tadil etmeyi öneriyoruz. “Sin” besmelenin başlangıcı yakınında olduktan sonra, bu harfleri sadece ondan önce gelecek biçimde tadil edebiliriz ve ihtimaller ikiye düşer, “ba” veya “ba-alif”. “Ba-alif”e tadil, müstensihlerin ‘alif’le telaffuz ettikleri bisminin kısaltması olduğunu düşünerek kullandıkları varsayımına dayanmaktadır fakat bu ciddi bir itiraza yol açmamalı. “Bismi” kuran metninde iki biçimde yazılıdır, “alif”le (sure 96:1) ve “alif”siz (sure 27:30 ve 11:41). Kural dışı olan, besmelenin geleneksel telaffuzunu belki de, şahsına münhasır telaffuzu olan bir editöre ki böylece daha sonra standart haline gelmiştir veya sure 27:30’u ilk yazan müstensihe borçluyuzdur. Peygamberin kendisi, yukarıda anlatıldığı üzere, buna karar vermemiş olabilir.
Sonraki tadilimiz, “YS”nin “BS”ye ve aynı şekilde “KHY’Ş”deki “ya”nın “ba” olduğu şeklindedir. “BS” iyi bir kısaltma: tadil tekrar “sin” tarafından tamlanmıştır ve tek olasılık budur. Müstensihlerin “bismi”yi “alif”siz düşündüklerini farz eder.

Bir sonraki tadilimiz “sad” ve “qaf” için. Mukatta’atta “mim” son harf olarak sıklıkla ortaya çıktıktan sonra (üç kısaltmada 14 kez), hem “sad”ı, hem “qaf”ı “mim” olarak düzeltmek makul gözükmekte. Böylece “ALMŞ”, “ALMM”ye; “Ş”, “M”ye; “KHY’Ş” (şimdi KHB’Ş), “KHB’M”ye dönüşür; “Q” “M” ve “(‘)SQ”, “(‘)SM” halini alır. Bu noktada birileri, “mim” besmelede son harf olduktan sonra, herhangi son veya ayrı harfi “mim” olarak düzeltmek, otomatik olarak doğru harfi doğru noktada üretmeyi sağlar ve dolayısiyle bu keyfidir diyebilir. Buna karşın, bu tadilleri desteklemek için belirtmek isterim ki “sad” ve “qaf” yalnızca sonda veya ayrı olarak (asla başta veya ortada değil) görülür ve hiçbir suretle tadile ihtiyaç duymıyan sonda veya ayrı olarak yer alan tek örneklerdir bunlar. Dahası, söylemek gerekir ki “qaf” iki kez ve “sad” üç kez ortaya çıkar.

Şimdi ne kadar ilerlediğimizi görmek adına durabiliriz. Kurallarımızla uyum içinde, sadece dört tadil yaparak, aktarıma uymayan mukatta’atta yer alan dokuz durum dışında yedisinde, besmelenin tatmin edici kısaltmalarını ürettik; diğer bir deyişle, 29 mukatta’atın 27’si şimdi bu hedefe uyumlular. Sadece iki mukatta’at, bu işleme uymayan, “KHY’Ş” (şimdi KHB’M) ve “HM” “(‘)SQ”den,  “HM”  “(‘)SM”ye dönüşen kısaltmalardır. Buna karşın sonraki inceleme, tadilimizin bu noktada dahi doğru olduğunu gösterecek.

Özel ilgimizi gerektiren, görece daha zor bu iki sorunu tartışmaya devam etmeden önce, Arapça papirüslerin paleografisine dikkat çekmemize müsaade edin ve halihazırda sunulan tadilleri destekleyecek ne gibi kanıtlar getirebiliciğini görelim. Paleografi, belgeleri tarihlendirmede kullanışlı olduğu halde, her zaman  bir sebepten paleografik “kanıtı” tadili mesnetlendirmek için kullanmak risklidir. Tabii ki, tadil hataların düzeltilmesidir ve ilk başta hata, orijinal olanın müstensihlerinin kural dışına bir yolla sapmaları sebebiyle ortaya çıkmıştır, yani sonradan gelen müstensihler başka bir şey olarak yazılanı, yanlış anlamışlardır. Böylece, paleografideki asıl sorun, benzer anahtar harflerin karşılaştırması, sorunun doğası gereği baştan olanak dışıdır. Dahası, hatalar yazımla ilgili olmıyan sebeplerden tesirlerden de kaynaklanabilir: örneğin, kalemin hali, kağıdın bozunumu, müstensihlerin kasti değiştirmeleri, tümü karşılaştırmalı çalışmalar yapılmasına engeldir. Sarihen diğer yandan, tam tersi geçerli tadili çürütmek için paleografik kanıt delil gösterilemez.

Bunları akılda tutarak, önerilen paleografik tadilleri ihtiyatla inceleyelim. “YS - BS” hakkında, fark sadece noktalamada ve başlangıçta muhtelemelen yazılmayan noktalamada olduktan sonra, oyalanmamız gerekmez. Şüphesiz “T>BA” olması, başlangıçtaki “ba”nın alt çizgisinin papirüste sonraki yazıcılarındakinden daha uzun ve  bazen nispeten yukarı sola doğru kıvrılması nedeniyle muhtemeldir, örnekler için P. Mich 6714 ( yaklaşık M.S. 643-70) ve PERF No. 558’e (22/643 tarihli) bakınız. Elifler de, “la”nın çizgisinin yaptığı gibi, yukarı sağa doğru eğimlidirler. PER. Inv. Ar. Pap. 94’de (yaklaşık 22/643’e tarihlenen), elifin bir başka hususiyetini görürüz, orada “mim”den sonra ayrı bir çizgi biçiminde yazılmıştır ve bağlı sırayı ikiye ayırmıştır, hatta genellikle “mim”in sola bağlanmasına karşın. PERF 558’de bulunan bir başka benzer örnek, “naqalahu”daki “lam-alif”in, “qaf” ve “ha”yı bağlayan sıra üzerine yazılmış olmasıdır. “Ba” ve “alif”in nasıl bu karakteristik kombinasyonlar oldukların görmek kolay,  “ba”nın tepesinde sola doğru uzun bir bağ, “alif” çiziminde de “ba”nın bağlantı sırasını kesiştirene kadar sağa eğmek, sonradan gelen müstensihlerin “la” olarak anlayabileceği bir şey üretebilir, özellikle müstensih kopyaladığı şeyin ne olduğunu bilmiyorsa.

Şimdi “Q - M” ve “Ş - M”ye dönersek, bir bakışta rahatlıkla hangi hataların yapıldığını görebiliriz. Buna karşın, okuyuculara hemen belirtmeli ki papürüslerdeki en erken örneklerinde “mim”in son çizgisi kısa ve dikeydir, “qaf” ve”sad”ın son süsleri gibi aşağıya dönük değildir. Yine de, “mim”in aşağıya dönük çizgisinin oldukça erken dönemlerden olduğu kanıtlandığını söylemeliyim: örnek için P. Mich 6714’e (yaklaşık M.S. 643-70) bakınız. Hatta 1. Ve 3. Yüzyıl Nebati yazıtlarında dahi ortaya çıkar. Buna ek olarak, kurani metin çalışmalarının sonucunda O. Pretzl, dikey çizgili nihai “mim”in daha sonraki bir gelişim olduğu neticesine ulaştığını belirtiyoruz.

Şimdi nihayet, sonuncu ve en zor mukatta’ata geçiyoruz, “HM (‘)” (şimdi HM (‘)SM) ve “KHY’Ş” (şimdi KHB’M). Bu noktada gerçekten de daha az emin olduğumuz sahadayız çünkü sadece bozulmanın tek bir hatalı harfte olduğunda işleyen ikinci kuralı uygulayamıyoruz.

Bu grup harflerin belirtmemiz gereken iki yönü mevcut: ilki, diğerlerinden uzunlar, sadece ikisi beş harf içermekte. İkincisi, “HM (‘)SQ”nun ilk iki harfi kendilerinde en çok kullanılan mukatta’attan birini içermekte, şüphesiz “HM (‘)SQ”nun “HM”si her yerde ortaya çıkan “HM” ile aynıdır. Bizi bir kerede doğru kısma parçaya iletecek başka bir ipucu daha var. Bu da, “ha” harfinin, “KHY’Ş”nin ikinci sırasında görüldüğü gerçeğidir. Aynı harfi, aynı halde “TH”de, şimdi “BAH” olarak tadil edilmiş halde buluyoruz. Ayrıca, papirüslerdeki “kaf” parafı ve “la” benzerliğini belirtmeliyiz. Yani, “ba-alif” dört vakada yanlışlıkla “la” olarak görüldüyse, “kaf” parafının burada da aynı şekilde yanlış görülmüş olabileceğini düşünmek için iyi bir neden vardır. Tek ihtiyaç duyulan varsayım, “alif”in sıranın sonuna aşağıya inmekte başarısız olduğu ve böylece “kaf”ın çizgisine benzediği ihtimali. Bu sebepten, her iki uzun kısaltmanın artık her yerde bağımsız olarak ortaya çıkan harf gruplarıyla başlaması sonucu beraberinde “kaf”ın “ba-alif” olarak tadilini önerdim.

Halihazırda “qaf” ve “sad”ı “mim” ve “ya”yı “ba” olarak tadil etmiştik böylece bu kısaltmaların son kısımları “B’M” ve “ ‘SM ” okunur. Şuan olan şey gayet net görülmekte: her bir vakada ayrı iki kısaltmanın aynı manaya sahip olduğu gerçeğiyle karşılaştık. Bu her iki grubun okunuşunda yapılacak kesin tadil “BSM”dir.

Çift kısaltmanın mevcudiyeti kolaylıkla izah edilebilir. “BAH” ve “HM” başlangıçta onları düzenli olarak kullanan bir müstensih tarafından, “BSM”nin manasını açıklamak için eklenmiş olabilir. Buna karşın “BSM”, besmele kısaltması için “BAH” veya “HM”den daha kolay anlaşılabilir olduktan sonra, inanıyorum ki sonraki aslıyla ortaya çıktı ve “BSM” yukarıya bir şerh olarak yerleştirildi, ki daha sonra metnin aktarımında müşterek yeteri aşinalık ve Kuran’nın aktarımında bilinmiyor olmayışıyla metnin içine sokuldu. El Cezeri’nin beyanına göre, sahabe ve takipçiler bazen Kuran’ın metinleri içine açıklayıcı kelime ve ifadeler yazmışlardır ve Suyuti birkaç örnek verir. Eğer şerhler, daha sonraki zamanlarda Kuran metinleri içine girebildilerse, elbette  aynısı daha erken dönemde de gerçekleşmiş olabilir.

Daha fazla devam etmeden, ortada olan “ayn”ın en erken dönem papirüslerinde iki ayrı çizgiyle yapıldığını anımsatmalıyız.”Üst” çıkarılmıştır yani harf, çukurları yukarı bakan kıvrımlı bacaklarıyla küçük bir x’i andırır. Şunu belirtmeli ki, “ba”nın noktası yazılmazdı.

Bu gerçekleri akılda tutarak, yassı biçimde en rahat şekilde ifade edilen her iki kısaltmadaki bozulma konusunu takibe şimdi devam edebiliriz. Tablo 3 ve 4’de örneklemek amacıyla bozulmadaki her bir aşama için ayrı bir adım yerleştirdim fakat her olasılıkla birkaç hata, aynı el tarafından aynı zamanda yapılmıştır.

Tablo 3 KHY’Ş
1.BSM’nin BAH üzerine şerh edilişi.
2.Şerhin metin içine sokuluşu.
3.Ba-alif’in yanılarak kaf okunuşu; ha nın takip eden ba ya katılışı.
4.Mim’in Sad diye okunuşu.
5.Müstensihlerin ba-sin’de dört yerine sadece üç çizgi görmeleri ve yanılarak son ikisinde açık-üstlü ayn ve ilkini ya olarak okumaları.

Tablo 4 HM’SQ
1.BSM’nin BHM’nin üzerine şerh edilişi.
2.Şerhin metin içine sokuluşu.
3.Son mim’in yanılarak qaf okunuşu; HM mim’inin takip eden ba’ya katılışı. Bu dört çizgili biçimiyle hem Osmani çeşidi ve İbn Mesud’a intikal eder.
4a.Osmani müstensih (Zeyd) ilk iki çizgiyi, yanılarak ortada yer alan açık-üstlü ayn olarak okur ve sin’e tamamlamak için bir diş ekler.
4b.İbn Mesud dört çizgiyi yanılarak üç olarak okur ve basitçe sin yazar.


Bu her iki bozulmanın şimdi, sin,ba,la vb. de olan noktaların olmayışı ve kısa üst ve alt çizgilerin kapalı bitişikliği sonucu olduğu görülebilir, Arap alfabesinde iki anlamlılığın en sık yaşanan iki nedeni.

Yukarıda bahsettiğimiz üzere, an az keyfi olan tadil en çok kullanılan ve en çok güvenilir olan kısaltmada en az tadile uğrayandır. Şimdi tadillerimizi ve aklımızdaki bu izahlarla yeni bulduğumuz kısaltmaları özetleyebiliriz.



Son iki tadil “ayn” harfini içermekte, yani en azından kısmi tekrara sahibiz: dahası, neticelenen biçimler birbirlerinden sadece bir tek çizgiyle farklılaşıyorlar. Tekrarlanan kullanımla aslında onaylanmayan tek tadil ve bu nedenle “kaf”ın “ba-alif” oluşu tamamen keyfidir. Zannımca bu tek misal, diğerlerini geçersiz kılacak yeterli ağırlığa sahip değil ve tekrarlarla onaylanan diğer tadillerce kurulan modellere düzgünce uyduğu sürece kabul edilebilir.



Yeni keşfettiğimiz 9 kısaltmamızdan yedisi bir değişiklik içermekte, bunun anlamı da, tadili geçerli bir işlem olarak beğen ediyorsak, bunlar umduğumuz kadar tatmin edicidirler. Yalnızca nispeten daha az zayıf olan iki tadile sahip olan sekizinci kısaltmadır. En zayıf ve şüpheli olanı “KHY’Ş”de, “BAH[BSM]” elde edebilmek için beş harften dördü tadil edilmek zorunda kalındı. Yine de bu tadillerin ikisi, diğer mukatta’atlardaki tekrarlarla onaylandı yani kanım o ki büyük oranda “BAH[BSM]”yi doğru kabul etme hakkımız var.

***

Burada izlenen işlemin en büyük gücü, sorunu izah yöntemin zorluğu, mümküm olan her yerde tadilde ısrar, her bir grupta sadece bir harfin değişimi ve aynı tadili, harfin görüldüğü her yerde tekrar edebilmekte yatmaktadır. Keyfi tadili etkili biçimde en aza indirmiştir ve uygulanmasından kaynaklanan sonuçları, genel güven duygusundan çok kesin olarak kabuledilebilmiştir. Daha ileri giderek diyebiliriz ki, eğer bu bozulmalar daha derinlerde olsaydı, bu sonuçlar elde edilemezdi. Şansımıza, mukatta’at sırrının, pek çok kısmı, hemen yüzeyin altında uzanmakta, bir kaç vakada bozulma birden fazla harfe yayılsaydı, her türlü ihtimama karşın, hiç bir yöntem onları gün yüzüne çıkaramazdı.



IV. Varılan Sonuçların Özeti

Şimdi, mukatta’atın besmelenin eski kısaltmaları olduğu teorimiz yararına toplayabildiğimiz bütün kanıtları sunmuş bulunuyoruz. Kısaca vardığımız neticeleri, mukatta’atın nasıl oluştuğu ve Kuran’ın metni tarih içeriğine nasıl yerleştiğiyle özetleyerek bitirmemiz uygun olacak.

Peygambere inen erken dönem vahiyleri, herhangi sistem dahilinde yazıya geçirilmedi, buna karşın bazı ilgili kişiler muhtemelen kendi kullanımları için bazı ayetlerin kopyalarını çıkarttılar. Erken dönem sureleri bellemek için kısa ve kolaydılar, yani genel manada kaydetmek amacıyla matbuya ihtiyaç yoktu. Beraberlerinde besmele yoktu. İkinci Mekke döneminde, sureler uzadı ve tek bir duyuşla veya hatta birkaç tekrarla bellemek imkansızdı, böylece Peygamber muhtemelen gayrıresmi biçimde bir müstensihe, belki hatta eşzamanlı olarak birkaçına, terkip işleminin gerekli bir parçası ve kendi hafızasına yardım amacıyla dikte etmiye başladı. Yeni sureler bir kitap karakteri almıya başladı, bunlardan biri, besmelenin bu dönemde halihazırda sure 27:30’da ortaya çıkmasıyla tasdik edilip, takip edilen model olmasıyla, sure başlangıcına konumlanmasıdır.

Buna karşın, Peygamber besmelenin nasıl yazılması gerektiğiyle ilgilenmedi çünkü Müslüman geleneğin söylediği üzere zaten ümmiydi veya bizim düşündüğümüz üzere, böyle meseleler onun ilahiliğinin aşağısındaydı. Böylelikle, müstensihler dilediklerini yapmakta özgürdüler: bazıları şüpe götürmeksizin tamamını, diğerleri rahat ettikleri şekliyle kısaltmasını yazdılar. Sureler böylece işaretlenip bellendiğinde ve halka ezberden okunduğunda, besmele tam haliyle okundu yani sadece müstensihler kendi kopyalarındaki kısaltmanın besmele olduğunu biliyorlardı. Besmele kullanımı, aslında olmayan diğer surelerin okumalarına doğru yayıldı ve daha önceki yazılı kayıtlara geri dönerek, besmele eklemek umumi bir eğilim oldu. Burada da yine, müstensih kendine uygun biçimde kısaltma yapabilirdi. Kısaltmalar büyük ölçüde ikinci ve üçüncü Mekke döneminde kullanıldı fakat daha erken vahiylerin çoğunda ve geç Medine surelerinde görülmezler çünkü onlara besmele, olağan uygulamayla tamamının yazılmaya başlanmasından sonraki bir zamanda eklenmiştir.

Peygamberin Medine’ye hicreti ardından, yazılı kayıt üretiminde bir kırılma ortaya çıkar. Eski, işlerin Mekke yordamıyla gayrı resmi yapılması yalnızca 3. Surenin başlangıcında kalmıştır. Değişim şüphesizdir, artık güçlü ve büyüyen bir topluluğun politik lideri olan Peygamber’in yeni statüsü buna sebep olmuştur. Kayıtlar tutulmak zorundadır, mektuplaşmalar devam etmiştir ve tüm bunlar vahiylerin kaydı hususunda daha resmi bir anlaşmayla sonuçlanmıştır ki bu noktada Medineli fakihler asla besmeleyi kısaltmamıştır.  Medine döneminin daha sonraki bir kısmında, her bir yeni sureyi besmeleyle başlatmak umumi uygulama haline gelmiştir ancak 9. Sureden gördüğümüz üzere, hala bu kural kati dikkatle zorlanmıyordu.

Yazılı kaynak, korunmuş olmasına karşın, az kullanıldı. Kuran sadece, erken dönem Müslümanlarının kahir ekseriyeti için yüksek sesle okunanı dinlemeyle ulaşılabilirdi ve aynı yöntem öğretilirken de kullanılıyordu. Hem Mekke hem Medine’de, muhtemelen yazılı kayıtlar kısaca, hemen oluşturulduktan sonra yalnızca seçkin birkaç okuyucuya yön vermek için kullanılmış olabilir. Böyle bir talim, hafızasından okuyabilecek Peygamber veya kendi yazdıklarından yüksek sesle okuyabilecek müstensih tarafından yönetilmiş olmalıdır. Besmele, kısaltmasıyla yer aldığı bir metinden tamamı seslendirilerek okunmuştur. Ondan sonra, yeni eğitilen okuyucular, diğer okuyuculara yazılı metne atıf yapmaksızın öğretmişlerdir.

Peygamber Medine’ye ulaştığında, toplumun ayini ihtiyaçlarını karşılamak için yeteri miktarda Mekkeli materyale aşina okuyucu birikmiş olmalıdır. Böylece çok az bir kimse, besmelenin kısaltmalarının olduğu yazılı kayıt materyallerine başvurma zahmetine katlanmıştır.

Peygamberin ölümüyle, durum radikal biçimde değişir. Vahiyin duruşunu, ani bir İslam genişlemesi takip eder, bu da tüm var olan vahiyleri içeren bir kitap ihtiyacını acil kıldı. Bütünlük ihtiyacı yeni editörleri eski sureleri araştırmaya, aslında, herhangi ve tüm kaynaklardan vahiyleri derlemeye zorladı ve çeşitli Osman öncesi düzetmeleri aynı metaryel üzerine genişçe çizip aynı zamanda onları geliştirdiler. Böylece, mukatta’at yeniden keşfedildi. Fakat bu sefer, besmelenin kullanımı standarttı ve surelerin büyük çoğunluğuna yazılmıştı, bu yüzden yeni editörler türleri yüzünden tek bir manaya sahip olmayan kısaltmaların manasını anlamakta başarısız oldular. Bazılarını okumak, kimi bozulmalara ve çeşitli okuyuşlara salık verecek biçimde zordu.  Peygamberin Mekkeli fakihlerinin tamamı artık ölmüştü – belki isimleri bile bilinmiyordu – yani manalarını soracak kimse kalmamıştı. Mukatta’at, editörlerin Peygamber tarafından dikte edildiğini bildikleri, ulaşan metinde duruyordu, böylece yeni bir düzeltime dahil olmak zorundaydılar. Yine de oluşan şüphe, hem mukatta’at hem de besmelenin Kuran’ın bir kısmı sayılıp sayılmaması gerektiği gibi daha sonraki tartışmalara yansıyarak devam etti.

***


Yüz yılı aşkın süre önce Th. Noldeke, Kuran’ın terkibine ilişkin önemli sonuçlara dair bilgi verebilecek mukatta’atın manasına dair pek bir şey bilinmemesine dair üzüntüsü ifade etmiştir. Ümid ediyoruz ki, burada erişilen sonuçlar Noldeke’nin beklentilerinin gerçekleştirilmesine yardımcı olacaktır. Bununla birlikte, güncel çalışma kapsamı ötesinde Kuran’ın metni tarihinin, tüm içeriğin araştırılmasında bu sonuçların anlaşılması yer almaktadır. Yine de, belki de tüm bunlar içinde en münasip olan, belirtmeden geçemeyeceğim bir sonuç mevcut; Mukatta’atın sırrına dair bulduğumuz çözüm, kasten kabalistik ifadeler ve anlamsız harflerin hokus-pokusuyla merak uyandırarak takipçilerinin ilgisini çekmekle suçlanan Peygamberi temize çıkaracaktır. Peygameri tanıdığımız kadarıyla, böyle bir tavır ona yabancıdır, ki bu Peygamber ve ilk dönem takipçileri için Kuran hakikaten bi lisanin Arabiyyin Mubin (Açık bir Arapça dille) olarak açıklığa kavuşturulmuştur.

James A. Bellamy 
Michigan Üniversitesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder