26.10.10

Boğaz’ın Sırrı

İki omuz arasında bıçaklar, mavi bedenin boynunda gezinir. Beyaz köpüklerle yarılır teni, sesi içinizi ürpertir. Parça parça saçılır ruhu, uçuşan sefil martılara.

Sirenlerle kendinden geçerken şehir, günün gözü kanlı devrilir köşeye. Bulutlar öperken mavi bedenin yaralarını, bıçaklar koylara çekilir.

Gecenin yıldızlı gölünde süzülürken zaman, ayın gümüşüyle parıldar kuğunun boynu. Üç, beş bendir, sıralı adalar göğsünde. Dalgaların nefesiyle dalar uykuya beden, kıyıdaki iç çekişlerle.

Uçuşan Yaprak

Alaca karanlık mevsimin, solgun göğsünde salınan yaprak:

Filizlerini bahar rüzgarıyla patlattığı, çamurdan günlerin tadı genzini yakıyordu, henüz. Bütün bir kışın ardından, kızışan tomurcuklarını tutkuyla avuçlayan yaz rüzgarının ateşi, dinmemişti. Topraktan aldığı özle doluydu kalbi.

Tik takların gel-gitleriyle sevişti, hararetiyle pişti, nefessiz.

Gardaki Hayalet

Zamanın buğuladığı gözlerinde yansıyordu güneş. Yağmur tanesi olup, ağaçlarla dans ettiği anın büyüsünü dağıttı, perona giren tren.

Trenden boşalan kalabalık, keskin sidik kokusuyla saçıldı, gara. Altına oturduğu çınar ağacının dökülen birkaç yaprağını ezdi, birileri. Gölgesiyle kalabalığı saran ağacın dalları titredi.