29.12.10

"İris Çiçekleri"



Kemandan net bir mi sesi, yosun kokusu, sabahmavisi:

Göğün, suyun sonsuzuna yuvarlanır bir çift göz, derinlere gizli çarklarda parçalanır.
Kabarcıklar yükselir, delirmiş harflerle, gökyüzüne. Çoğunluk ahmaklığı, kan gibi rüya bozar.

Düşten arda kalan yalnız, körlük acısı.
Göz çukurlarımda büyür beyaz 'iris çiçekleri'.

12.12.10

Andante


23 Ekim akşamı icra edilen, Süreyya Operası'ndaki "Özgür Çello" konserinin ardından görüştüğüm sanatçı Ozan Tunca, aylık klasik müzik dergisi Andante'de yer alan köşesine, sözlerimin bir kısmını taşıdı. 

"Süreyya Operası'ndaki konserin ardından:
'Enstrümanınızdan çıkan tınılar nasıl 'yok' olabilir? İcra anında zamanın durduğunu hissetmez miyiz? Zamanı durdurduğumuz o anlarda, yaşadığımız haz nasıl kaybolabilir? Aşık olduğumuz insanın içimizdeki bakışı yok olup gider mi? Ya da kokusu?' diye yazmış bir dinleyicim (UtkuCem). Ne kadar güzel anlatmış, sahnede müziğimizi paylaşırken bizlerin ve dinleyicilerimizin neler hissettiğini..."

Diyerek başladığı yazının devamını dergide bulabilirsiniz.

4.12.10

Maskesizlik


1930 yapımı, Bunuel ve Dali'nin senaryosunu yazdığı 'The Golden Age' filminden yaptığım düzenlemedir.

2.12.10

Toprak Maske

Bilinemeyen zamanın ustası, korku ve ahmaklık tutsaklarına maskeler işler. Doğmadan kişi, maskenin çamuru yoğrulur. İsteklerle asılır yüze, zamanla pişer. Her anda yeni bir ifade, yeni bir çizgi eklenir.

Bir çift göz, sefilin iç alemini anlatır. Var olmanın dehşeti alev alev derinlerde yanar: korku tüter gözlerden. Zaman sonra hayallere sığınmış ezberler duyarım, çamurlu dudaklardan. Maskesine konmuş ifadelerle, seçilmiş kelimeleri döker, tüm becerisiyle sunar bedenini. Ne bir endişe ne de ufak bir acı sezilir: her şey takındığı maskenin normallerinde akıp gider.

22.11.10

Tanımsız Dünya

Dev bir saatim. Güneşim; şarap. Damla damla ilerliyorum, bugün. Kızgın, pişman, küstah, onurlu, deli... sarhoş hallerim taşıp gece oluyor, utanıyorum.
Eski bir saatim bugün. İçimde dev çarklar dönüyor. Sesi, sesin oluyor, ürperiyorum. Gece halimle öylece bakınıyor, arıyorum. Çarklar durmak bilmiyor. Her damlada bir ses; neredesin?

"Toprak, Güneş ve Ben / Bahtiyarım"

19.11.10

Kozmogoni

Minik öpüşlerle uyandırırken deniz, kıyıyı. Dalları doğu ufkunu sarmış çınarın göğsünden, kopup geldi. Büyük bir sızıydı gece, damla damla yapraklarda.

Alevden dişler göğsünde, çatırtılarla ilerliyordu gözleri, sayfa sayfa. Demirden ayakları döne döne ilerlerken, tırtılın.

10.11.10

Mektup

.......,

Kendi ellerimizle, kendimize gerçeklikler kuruyoruz. Sonra da onun hülyasına kapılıp, anları kaçırıyoruz. Oysa “gerçek” o kadar boşluklarla dolu ki. Mesela sert sandığımız; elmas, kayalar vs. boşluklardan ibaret. Çünkü çekirdeği ile arasında boşluklar olan atomlardan oluşuyorlar.(Eğer futbol sahasının ortasındaki bir sinek, atomun çekirdeği olsaydı, komşu atom, saha dışından başlardı.)

26.10.10

Boğaz’ın Sırrı

İki omuz arasında bıçaklar, mavi bedenin boynunda gezinir. Beyaz köpüklerle yarılır teni, sesi içinizi ürpertir. Parça parça saçılır ruhu, uçuşan sefil martılara.

Sirenlerle kendinden geçerken şehir, günün gözü kanlı devrilir köşeye. Bulutlar öperken mavi bedenin yaralarını, bıçaklar koylara çekilir.

Gecenin yıldızlı gölünde süzülürken zaman, ayın gümüşüyle parıldar kuğunun boynu. Üç, beş bendir, sıralı adalar göğsünde. Dalgaların nefesiyle dalar uykuya beden, kıyıdaki iç çekişlerle.

Uçuşan Yaprak

Alaca karanlık mevsimin, solgun göğsünde salınan yaprak:

Filizlerini bahar rüzgarıyla patlattığı, çamurdan günlerin tadı genzini yakıyordu, henüz. Bütün bir kışın ardından, kızışan tomurcuklarını tutkuyla avuçlayan yaz rüzgarının ateşi, dinmemişti. Topraktan aldığı özle doluydu kalbi.

Tik takların gel-gitleriyle sevişti, hararetiyle pişti, nefessiz.

Gardaki Hayalet

Zamanın buğuladığı gözlerinde yansıyordu güneş. Yağmur tanesi olup, ağaçlarla dans ettiği anın büyüsünü dağıttı, perona giren tren.

Trenden boşalan kalabalık, keskin sidik kokusuyla saçıldı, gara. Altına oturduğu çınar ağacının dökülen birkaç yaprağını ezdi, birileri. Gölgesiyle kalabalığı saran ağacın dalları titredi.

16.9.10

Bir Ruhun Farklı Yüzleri


Her kime baksanız gözlerinde kendinizi ararsınız ya da kaf dağındaki düşlerinizden uçarak gelenleri:

Narcissus’un nefesi tazelenir, kör gözlerde nergisler biter. Başkalarının derinlerinde görür de bir iki yansımanızı, sularında boğulursunuz yanılgı zamanlarının.

14.9.10

Yolculuk Nereye?

Son on yılda yapılan önemli buluşlar ve fark ettiğim daha eski gerçeklerden yola çıkarak:

Ne zamana kadar kendinizden kaçacaksınız? Ne zamana kadar, bedensel arzularınızın kölesi olan hayatlarınız için, ellerinizi boşluğa açıp mucizeler dileneceksiniz? Yıkan, yapan ellerinizi ne zaman görecek gözleriniz?

12.9.10

Eylül

Kızıl bir hançer. Günler içime batıyor. Yokluğunu kaç güneş doldurur?
Kırmızı bir yalnızlık. Kadehler boynuma sarılıyor. Kaç gece söndürür içimdekini?
Solgun bir yaprak. Hayatın tiktaklarında sürükleniyor. Hangi rüzgar erdirir sana?
Sonuncusu belki, yelkovanın.
Ilık bir nefes. Yazın veda öpüşleri. Elim, yüzüm, saçım, bedenimde.
Hangi öpüş hissettirir gözlerini?
Eylüller böyle değildi. Yoksa yaşamadım mı kaç zamandır?

5.9.10

Terk

Ben dün; hastalık zihinlerde anım, bakışım, kokum, sarılışım..
Ben dün; koşarak asılırım boynunuza, yeni hayata açılan yelkenler gibi tutkuyla ve özlemle.
Ben dün; derin bir sancıyla alev alev göğsünüzde bakışlarım.
Ben dün; tablodaki mavi gözlerin yeşil çapaklarında dalga dalga kokum.
Ben dünüm; çığlıklar basarken loş odalarını zihnin, deli gülümseyişlerle yansırım yüzünüzde.
Ben dünüm; yarının burnu havada, ardına bakmadan uzaklaşıp umarsız, gidişini izlerim.
Her tik taktta terk eder kibirli çizgiler de beni.
Her tik takta acemi ölürüm, her biri diğerinden daha başka.

4.9.10

Mavi Ayakkabılar

En aydın zamanda sekerek geçti, hasret asasıyla yarılmış sudan. Zihni bulutlara ermiş esrik melodiydi, süzüldü kıvrım kıvrım yarın gibi toprağa.

Beyazlar içindeydi çocuk, mavi ayakkabısıyla. Aydınlık nazlı bir tüldü, tanrıyla arasında.

Putlar toplaşıp üflerken kara bulutları, yeni uzaklar bıraktılar tanrıyla arasına çocuğun. Bin şimşekle vurdu bir kelime kızıl gülden.
Rüzgarda biçilen çimlerin kokusu duyuldu, kanı mavi ayakkabılarına süzülürken.

Cebindeydi daha süt dişleri, herkesten acemi öldü. Belki de yüreği tanrı için fazla küçüktü.

Putlar keyifle gülüştü, martı kanatlarında. Cansız bedeni sokak sokak sürüklenirken mavi ayakkabılarında.

Güneş eritirken son demleri her an, vefa camisinin gölgesine sığındı bedeni. Suskun ve içli içli ayrılık dökülüyordu minarelerden.

Sarhoş tabloların dillerinde gözler yitti, köpük köpük güller açan vapurların sirenlerinde sesler.

Mavi ayakkabılar dün oldu. Çocuk tüm varlığıyla toprak.
 Video: Bülent Ortaçgil - Yolculuk

Bahçem ve Kelebek

Bilemediği nedenlerin rüzgarı getirdi yaşamı, donduğunda kızılca zaman. Yağmurlu, gri günlerimde bulduğum gibi, ebem kuşağıyla doğdun.
Altın hüzmeleri saçından, teninin ve gözlerinin renginden utanıp gün kaçtı geceye. Eşsizliğinin sarhoşluğuyla kapandı gözler hayale, aygın saatlerde kalbe dokundu beyaz güller.
Zaman nasıl sararsa çaresiz hayatın yüzünü çizgilerle öyle sardı ışığın nemli, puslu kalp odalarını.
Mavi kelebek uçuşur hayalin göğsümün bahçelerinde.
Oysa: Yalanda kanatların, masallar antenlerinde, efsanelerin büyüsü gözlerinde, üç günlük ömründe anlamı ararsın.
Dön, gel! Sonsuzluk, anlamı bulsun gelişinle bahçemde.
Yıldırımlar saçan bulutlardan sesimle haykırıyorum; dön, gel!
Bal akan çeşmeler, taze dudaklardan fazlası bu cennet bahçesi; dön, gel!

30.8.10

Tanışma

Kanmadık mazii dolanan çerçevelere
Gittik, buluttan kanatlarda saklı atiye

Niyazdaydı bir tepe çatlamış elleriyle
Duyduk, tuzlu dualar ninnisini rüzgarın

Bulutlar saçından sürükler günü güneşe
Mesud anlar bırakır dalında ağaçların

Uzanırken buğulu tenimizle gözgöze
Al bir dilek bağladık sonsuzuna hayatın


Utku Cem – 29 Ağustos

26.8.10

Vuslat

O anda, öyle ki;

Prometheus'un hayat meşalesi söner. Dalga dalga sürmeli semanın gözleri dalınca. Serin esintiyle huzmelerini yayar Venüs, karanlık simanın menevişli aynasına. Bir altın teli bulut elinde beş melek süzer, toprağa vuslat yıldırımları düşerken.
Bilmem ki ne efsun ettin şu ölümlü halime,
hakikatte saçını tararsın esrik halinle.

Utku Cem - Ağustos

6.8.10

Röportaj

Neden röportaj yapmaya karar verdiniz?

Cem: İnsanların zihnine benzetme ve çağrışımlarla yeterince yansıyamadığımı gördüm. Ayrıca duruşumu, bakışımı, kendi kavramlarımı algılayabilirlerse yazılarımı anlatabilmemde bir anahtar sunmuş olurum.

Neden “diğerlerinin zihnine yansımak” gibi bir derdiniz var?


Cem: Zihinsel üstünlüklerle kendim dışındakilerde var olarak, paylaşarak mutlu oluyorum.



“Zihinsel üstünlük” kavramını yazılarınızda sürekli kullanıyorsunuz, bunu biraz açıklar mısınız?

4.8.10

Uzak Anlam

Uzaktaki Ben;

Şimdi, yeni bir yaşa daha giriyorsun.

Bundan haberi yok Güneşin, boşluğu saran rüzgarın, için için akan Boğaz'ın.
Boş gözler gibi göğe bakan meydanların, dört bir yana sürüklenen demir yığınının, yamaçtaki yoksul eve kibriyle misafir dağın hiç haberi yok.


Ama Ben bilirim.

2.8.10

Güneş Gazisi

Hasretten sıtmalı kemiklerim titrerken, paslı demirin akan gözlerinden süzüldüm. Ağlıyordu koca yığın, derin düdüklerle iç çekerek. Gözyaşları boşalıyordu gara bir bir.

Kızıl tüller giymiş güneş bekliyordu kapıda. Elinde efsunlu silahlar parıldıyor, her katrenin gözünde yansıyordu. Yelkovan kılıç biri diğeri akrep hançerdi.

26.7.10

Sonsuzluk Masalı

Bedensel edinimleri sağlamak için attığımız her adımda ağırlaşan mutsuzluğumuzu, her gün sınırında gezindiğimiz “sonsuzluk” kapılarında, diz çöküp ağlarken buluruz. Kapıdan sızan huzmelerin taşıdığı ılık rüzgar ciğerlerimizi ısıtırken, bugünü ve geleceği belirleyen geçmişin bebek elleri paçamıza yapışır.

22.7.10

Akşam Yolculuğu

..

Güneş dolanırken taze yeşillere, düz ovanın dolgun kalçalarında akar tren. Birkaç sarhoşun dengesiz adımları duyulur paslı demirden.

30.5.10

Pencerede Eski Bir Gün

Çiçekler, kuşlar, tablolar, notaların diliyle konuşurdu, uzak ve yalnız penceresinde. Küçük makasıyla biçtiği çimlerde uzanırken ellerim, kızaran tepelerden güneşi doğurturdu.

Çırpınış

Kaleminin ucunda uçuşan kelimeler, içini özgürlüğün ışığıyla ısıtıyor. Her anı görünmezliğe tutsak, derinlerdeki yaşam, aksak kelimelerin kanatlarında ışır.

Zihnimdeki Dünya

Ruhu her gün başka bir şeye dönüşür. Bugün uyandığında bir kurşun kalemdi. Toplumsal gerekleri, kodları, sınırları aşmanın bir yoluydu bu onun için. Bir kaç gündür fotoğraf makinasıydı, mesela.

Şehrin Çıplak Hikayesi

Yağmurlu ve aysız geceden kaçıp, ince bir fırça halinde tuvale sığınmıştı.


İçindeki derviş Dvork’ın notalarıyla dans ederken sonsuz beyazlıkta, kapı çaldı. El ve saçları maviydi, boyadan. Yürürken adımları alevli, sonsuzdan kopan gözlerinde alev damla damlaydı.

21.4.10

Ak-si-Seda

Uzay denizi kıyısındaki mavi bir koyda, kumdan kaleler yapan çocuklar kadar masum gözüküyor, oyunlarımız. Ancak gittikçe seyrekleşen ak saçlarıyla, büyümemekte ısrarlı çocuğuna bir şeyler tembihliyor, Dünya.

13.4.10

Yine Çiçek

Sırtımda eller
Ellerimde sen
Bir bilseler
Bu bahar da sen..

O güneş içimde
İçimde bir kuş, umut
Sen..

Erik ağacıyım bu bahar
Ak dallarım çiçek çiçek
Çiçeklerim hüzünlü günlere
Umut..

Ellerde tutsak
Kuş

Bahar güneşi
Dallarda

23.3.10

Bekleyen Güneş

Sırtımızda ilkel zamandan kalan ağır yük, doğan altın çağın gözlerimizi yakan ışığıyla arada kalmış çocuklar onlar. Mutsuzlukları bundan.

11.3.10

Yola Devam

Yeni liman Yarın Gazetesi.
Her hafta yazılarımız artık orada.

Bu hafta yayımlanmayan yazı ve karikatürlerle başladık.
Takipçilerimize duyurulur.

Yorumlarınızı bekleriz.
Utku Cem.

27.1.10

2010 Haydi Kızlar Okula!

“Türkiye genel köy ve tarım kalkınma davasını başarıyla hızlandırmak ve planlaştırmak zorundadır.”

Diyor, Celal Bayar, Mustafa Kemal’in ölümünden bir ay sonra, birinci köy ve ziraat kongresinde.

Nüfusu ağırlıklı olarak köyde olan bir memleket. Köyünde; medeni hayattan uzak, aralıksız devrimlerden habersiz, fakir halk.

20.1.10

“ Ben Neredeysem Yalnızlığın Başkenti Orasıdır.”

Ne zaman bir çocuk görsem Bilecik sokaklarında aklıma şairin mısraları düşer. Mısralarındaki tutkuyu ve yalnızlığı hissederim içimde.
Cemal Süreyya, “hayatımızın alev hali” şiirleri, ve yedi kırlangıç kadarki ömrü.

6.1.10

İthal Malı Kavramlar

“Akınlarda çocuklar gibi şen”  iken geçmişi ve kendini unuttu, atalarımız. “Tarihleri sığmazken bugüne, yarına” korkularla kuşandılar. Korkularıyla uyanıp, “yabancı” hayranlığıyla yattılar. “Aydın” kimselerin meşaleleriyle yürüyüp, şeytanın karanlığına vardı, gündüzleri.

2.1.10

Yürekli Zamanlar

“Bedensel edinimler çok değerli olmayabilir, ama bedensel kötülükler, zihinsel üstünlüklere ağır basacak nitelikte olabilir. Açlık ve hastalık ile bunların yarattığı korku, insanın geleceği düşünebilme yeteneğinin geliştiği zamandan beri insanlığın büyük çoğunluğunun yaşamını karartagelmiştir. ..Bir açlıktan kurtulan rençperler ise anılardan ve geleceğin korkusundan kurtulamazlar.”*