26.7.10

Sonsuzluk Masalı

Bedensel edinimleri sağlamak için attığımız her adımda ağırlaşan mutsuzluğumuzu, her gün sınırında gezindiğimiz “sonsuzluk” kapılarında, diz çöküp ağlarken buluruz. Kapıdan sızan huzmelerin taşıdığı ılık rüzgar ciğerlerimizi ısıtırken, bugünü ve geleceği belirleyen geçmişin bebek elleri paçamıza yapışır.


Mutsuzluğumuzu, “sonsuzdan” masallar okuyarak avuturuz.

Ancak benim sorgulayıcı mutsuzluğum avuntuların değil, kendi yaşamının kurucusu olan insanın sonsuzluk kapılarında ağlar.

Varlığımızın çocukluğunda kurduğumuz oyunlar, göksel tabularla zihnimize haps etti, ergenliğimizi.

Bilgi birikimimin fısıldadığı anlamlarla, sıkıştığımız bu adacıktan ufka köprüler kurmaya çalışıyorum. Varlığımın çocukluk oyunlarından kurtulup, sonsuzluk ufkuna ergen heyecanla koşuyorum.

Köprüler, erimiş güneş denizinin üzerinde ilerlerken; uçuşan serçenin ötüşü, lodosun taşıdığı tatlı yasemin kokusu, yükselen buğunun dalgasında sonsuzluğu tanımaya başlarsınız.

Ağzınızı sulandıran taze etin cazibesi uzak bir düşte kalmıştır artık. Bedenler, cinsler, bayraklar, kara cübbeli sınır nöbetçileri, kan bağlarınız, hin gülümseyişli dostlarınız, adetten ya da ihtiyaçtan öpüşleriniz, içgüdüsel davranışlarınız, konuştuğunuz dil çok uzak kalmıştır.

Sınırlardan, sonsuzluğa çağlayan zihinsel üstünlüklere yelken açarsınız.

Daldaki yeşil, tablodaki bir iz, yuvasındaki böcek, ilk kez karşılaştığıınz bir diğer zihin, gri çakıl taşları, ince bir melodi, göğün isli siyahı, sadece hissettiğiniz uzak, kokusunu bilmediğiniz çiçeklerin renklerinde...

Tek ve tekrarsızlığın değeriyle sonsuzluğu işleyen nakkaşın ellerinde var olursunuz.

Sınırları yıkıp geçtikçe çoğalan sonsuzluğun mutluluğuyla yaşarsınız.


Utku Cem – Temmuz 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder