30.5.10

Zihnimdeki Dünya

Ruhu her gün başka bir şeye dönüşür. Bugün uyandığında bir kurşun kalemdi. Toplumsal gerekleri, kodları, sınırları aşmanın bir yoluydu bu onun için. Bir kaç gündür fotoğraf makinasıydı, mesela.



Kahvaltı etmek için evden ayrıldı. Şehrin merkezine doğru, karlı yoldan yürürken bir an durup arkasına baktı.
Yolda bıraktığı ayak izleri, kurşun kalemin kağıtta bıraktığı kara lekelerdi onun için.

Kafeye girdiğinde sıradan insanlar değil, çocuğuna zorla bir şeyler yedirmeye çalışan bir kaşık, ya da sakince kahvesini yudumlayan gazete görüyordu. Masadan masaya koşturup, servisleri taşıyan bir tepsi telaşla yaklaştı:

Tepsi: Hoş geldiniz. Buyrun.

İnce kollarıyla köşedeki bir masayı işaret etti.

Kurşun Kalem: Merhaba. Bir kahvaltı servisi alacağım.

Tepsi: Tabii, buyrun siz geçin.

Masaya geçtiğinde, tezgahın arkasında koca göbeğine göre oldukça yüksek performansla çalışan kasayı fark etti. Tepsilere davranışı oranın sahibi olduğunu belirtme çabasıyla doluydu.

Başı ağrımaya başladı. Tükeniyordu. Bir kurşun kalem gibi, her adımda küçülmenin acısını başında hissetti.

Kahvaltısını bitirip kahve içmeye başladığı sırada içeriye giren bir çift telefon hemen yanındaki masaya oturdu. Anlaşılan yeni çıkmaya başlayan bu çift hiç konuşmadan, birbirlerine gülücüklerle dolu mesaj atıyor ve ışıklarını yakıp söndürerek titriyorlardı.

Kahvesini içip, dergisini okuyor arasıra durup diğer masalarda olup biteni izliyordu. Gittikçe seyrekleşen kafede daha önce görmediği kimseleri gözlemliyor ve onları zihninde nesnelere dönüştürüyordu.

Eğlenceli oyununa devam ederken kapıdan fener çıka geldi. O kadar eski, yaşlıydı ki is olmuş camları içinde yanan mumun etrafını aydınlatmasına engel oluyordu. Kurşun kalem onu her görüşünde fenerin yüzünde biriken isleri bir arkeolog gibi özenle temizliyor, fener de karşılığında ona ışığından bir miktar bilgelik sunuyordu.

Her zamanki gibi hiç konuşmadan kalemin yanına oturdu. Kalem tepsiye:

K.Kalem: Bir sade kahve daha lütfen!

Tepsi: Tamam, hemen getiriyorum.

Kelimeleriyle fenerdeki isi incelemeye başladı, ilk ışık bir soruyla geldi:

Kırmızı Fener: Buraya gelirken adımlarını takip ettim ve dikkatle okudum. Eleştirilerin neden toplumun inançlarına yönelik?

K.Kalem: Özgür olabilmek, aydınlanmak ve mutluluğa ermek için. Arzularla yaratılan inançlar nesnelere dönüşmelerine neden oldu. Nesneleşmiş hallerine ayna tutmamız ve neye dönüştüklerini fark etmelerine yardım etmemiz lazım.

Kırmızı Fener: Özgürlüğün, aydınlanmanın önündeki tek duvar inançlar mı? Arzular inanç yoluyla mı nesneleştiriyor bizi yalnızca? Nesneler arasındaki kalite ve model farkını yaratan arzu kendi çıkarı için her şeyi kullanabilir.

K.Kalem: Ancak bu düşünce model ve kalite farkı olan nesneler arasındaki çatışmadan öte gidemez.

Yan masada oturan cep telefonlarını göstererek:

K.Kalem: Sadece bir üst model kaba sahip olmak için harcadığı çabaya olan bağlılığı sistemin doğruluğuna inandırılmadan nasıl sürdürülebilir? Ya da hiç şarjının bitmediği, sonsuza dek bedava konuşabileceği ebedi bir yaşama inandırılmadan nasıl bol parantezli gülücükler saçarken cebi boşaltılacak?

Kalem bu sözleri söylerken cep telefonu da ona doğru dönüp, antenini yükseltti, ancak pek bir şey duyamadığından önüne dönüp, kız arkadaşıyla mesajlaşmaya devam etti.

K.Fener: Tamam farz edelim ki öyle. Peki inancın güçsüz olduğu toplumlardaki mutsuzluğun kaynağı nedir? Özgür ve mutlu olmaları gerekmiyor mu? Orada arzular farklı yollarla nesneleştiriyor insanları. Sen bir dolma kalem olmak istemez miydin?

K.Kalem: Özgürlüğün önündeki engeli kaldırmak, daha iyi kalemlere, nesnelere dönüşmekten geçmiyor. Bu bize insanlığımızı getirecek bir yol değil. Sözünü ettiğin, inancın güçsüz olduğu toplumlardaki gelir seviyesinin yüksekliği mutsuzluklarıyla çelişkili değil mi? Bunun sınırı nerede? Evet, orada artık ilahi değnekler yol göstermiyor ancak onun yerini alan reklamlar var. Bu bir geçiş ve arzularına giden yollar ilkel zihinlerinde inançları haline dönüşüyor. Zihinlerdeki bu algıyı kırmadan, nesneler hatta hayvanlar ve bitkiler olmaktan nasıl kurtulacağız?

K.Fener: Bu sıcak kafede oturup, kahveni yudumlarken bunu söylemek kolay. Ucunu açabilecek kalemtıraşı dahi olmayan kalemlere ne düşer anlattıklarından? Mürekkeple dolmayan bir kalem nasıl olur da zihnindeki o algıyı fark edip, savaşır?

Fener son sözlerini söylerken mumunun alevi alaycı havayla salınıyordu.

K.Kalem: İşte şuraya yazıyorum,

Eliyle tabanı göstererek, vücuduyla yazmaya başladı:

K.Kalem: ve yeniden söylüyorum ki; nesneler arasındaki çatışma, sonu olmayan bir mücadeleyi getiriyor. Herkesin aynı model ve kalitede olması bizi nesnelikten kurtarıp, insan olmamızı sağlamayacak. Sorgulamaya, düşünerek var olmaya ve var olup mutlu olmaya ermek için buna ihtiyaç yok. Ancak, eğer zihnimizi saran her alandaki sınırlardan kurtulabilirsek sorgulamaya, merak etmeye, aynaya bakmaya başlayabiliriz. Model ve kalitemiz ne olursa olsun, bunu başarabilirsek, özgür olacağız. Zihnimizi ilahi ya da insani fikirlere olan inançların hükmünden kurtardığımız gün, aynalarda paslanmış nesneler değil, mutlulukla gülümseyen suratlar göreceğiz.

Coşkuyla yazarken, fenerin kahvesi geldi. Gözlerini yavaşça kapatıp açarken fenere döndü. Fener, ona bakmıyordu bile. Yine isleri arasına ışığını gizleyerek usulca kapıdan çıkıp gitti. Ustasının çekiçle gövdesine işlediği süslemeleri kadar kalıcıydı zihnindeki sınırlar.

Gözü fenerin içmediği kahvenin dumanına dalıp gitti. Bir megafonun büyük kahkahalarıyla irkildiğinde bardakta kendi yansımasını gördü. Yansıyan minik çocuğa bir öpücük bırakıp, sakince masadan kalktı.

Utku Cem - 2010 Mayıs

2 yorum:

  1. Çok güzel bir anlatı olmuş bu. Etkileyici de...

    İnsanın kendi yolundan, hiçbir 'hazır kalıba' sığınmadan yürümeye cesaret etmesiyle yüzünü görebileceğini idrak ettiriyor.

    "KALEMİNE SAĞLIK"

    YanıtlaSil