30.5.10

Şehrin Çıplak Hikayesi

Yağmurlu ve aysız geceden kaçıp, ince bir fırça halinde tuvale sığınmıştı.


İçindeki derviş Dvork’ın notalarıyla dans ederken sonsuz beyazlıkta, kapı çaldı. El ve saçları maviydi, boyadan. Yürürken adımları alevli, sonsuzdan kopan gözlerinde alev damla damlaydı.


Ressam: Kim O?

Sesi titriyordu, elleri ve kalbi gibi. Narin ve ulvi bir ses karşılık verdi, hafif telaşla.

Birinci Adam: Kardeşim, sana bir milyar dolar kazandırmaya geldik.

Merak ve şaşkınlığını kapıyı açarak sonlandırdı. İki adam; gece gibi kara, iri gözleriyle çıplak vücudunu süzüyorlardı.

İkinci Adam: Bu soğuk gecede üzerine bir şeyler giymelisin kardeşim.

Adamlar farklı renkteki bezlerle yamanmış giysiler giyiyorlardı. Ağaçtan yapılmış ipler bel ve omuzlarından giysiyi sıkıca sarıyordu. Şişmiş karınları üzerinde daha önce görmediği bir işaret vardı. Yılan derisinden üçgen şapka, kızıl saçlarının kulaklarına kadar sarkmasına engel olamamıştı.

Söylediklerini ve görünüşlerini bir yana bırakıp sordu.

Ressam: Siz de kimsiniz? Ne kazandırması? Pazarlamacı falan mısınız?

Sesi artık titremiyordu. Çıplaklığına söz söylemeleri onu sinirlendirdi. Çünkü şehirde çıplak gezmeye devam eden az sayıdaki cesur insanlardan biriydi.

Usulca esen rüzgar teninin ürpermesine neden oldu. Kızgınlığı merakla dindi. Düşünceleri rüzgarla kapıda duran adamlara odaklandı.

İkinci Adam: Hayır kardeşim. Biz sana bu şehrin kurucusundan kaçınılmaz bir teklif getirdik.

Birinci Adam belindeki ipe bağlı kağıdı okumaya başlıyordu ki sözünü kesti;

Ressam: Ben öyle birini tanımıyorum, yanlış kapıya geldiniz.

Birinci Adam: O bu şehrin kurucusu ve milyarderdir. Seni tanıyor. O her yerdedir ve her şeyi görür, tanır.

Adamlar ellerini yere paralel tutarak bir şeyi öper gibi yaptılar ve gülümsediler.

Ressam: Nerede?

Başını kapıdan uzatıp sağa sola baktı.

Ressam: Belki bizzat görüşüp konuşabiliriz. Tabii bu adi bir dolandırıcılık değilse.

Eve girip kapıyı kapatır gibi oldu. Ama adamların söyleyeceklerini de merak ediyordu. Yavaşça durdu.

İkinci Adam: O kimseyle konuşmaz ve gelemez de. Ancak ucunda bir milyon dolar olan bir teklifi kaçırmayı göze mi alacaksın?

Kaşlarını çattı ve hafif tebessümle:

Ressam: Kimseyle konuşmuyorsa bana nasıl para kazandıracak?

İkinci Adam: Uzun zaman önce Yazıcı’yla konuştu.

Elindeki kağıdı göstererek.

Birinci Adam: Ve ona bunları yazdırdı.

Kağıdı ellerinden aldı. Kafası karışmış değildi. Karşısında duran bu adamların tip ve konuşmaları onu eğlendirmeye başladı..

Ressam: Bu el yazısı eminim Yazıcı’ya aittir.

Birinci Adam: Elbette ona ait. Kurucu yazamaz.

Listeyi gözüne yaklaştırıp okumaya başladı. Kaşları çatılmış, bütün dikkatini kağıda vermişti.

Ressam:

Madde 1: Alkol kullanma
Madde 2: Kurucu’nun ayaklarını öp ve bir milyon dolar kazan
Madde 3: Helal kazan
Madde 4: Senin gibi olmayanları dövebilirsin
Madde 5: Bu listeyi Kurucu yazdırdı
Madde 6: Düşen yıldızlar Kurucu’nun bir uyarısıdır
Madde 7: Kurucu’nun dediği her şey doğrudur
Madde 8: Sabah kalkınca yüzünü yıka
Madde 9: Uygun miktarda alkol kullan
Madde 10: Kurucu’nun ayaklarını öp yoksa seni döver

Hafif tebessümle listeyi adamlara geri verdi.

Ressam: Bu listeyi Yazıcı dediğiniz adam yazmış gibi geldi bana. Hem bu liste çelişki ve hatalarla dolu.

Yüzündeki alaycı tebessüm adamların bakışlarını görünce kahkahalara dönüştü.

Adamlar transa geçmiş gibi bir ağızdan madde yediyi okumaya başladılar:

Birinci ve İkinci Adam: Madde yedi, Kurucu’nun dediği her şey doğrudur. O bizi ödüllendirendir.

Ressam: Ama maddeleri Yazıcı uydurmuş gibi.

Bilgiç bir ifadeyle:

İkinci Adam: Madde beş, bu maddeyi Kurucu yazdırdı. Kardeşim eğer bu listeyi okursan bütün cevapları bulabilirsin.

Alaycı ifadesi ve kahkahaları acımayla karışık bir şaşkınlığa dönüştü:

Ressam: Yani diyorsunuz ki, Kurucu’nun her dediği doğrudur çünkü liste bunu söylüyor. Liste doğru çünkü Kurucu yazdırdı ve O yazdırdı çünkü liste öyle söylüyor. İyi de bu döngüsel mantık. Kurucu haklı çünkü öyle söylüyor demekle aynı şey bu.

Birinci Adam: İşte şimdi bizi anlamaya başladın kardeşim.

Dalga geçer havaları tuhaf bir sevecenliğe büründü. Ressam kapıda dikilmekten sıkılmıştı ve bu karmaşayı bir an önce anlamaya çalıştı.

Ressam: Herneyse, peki nasıl kazanacağım bu büyük ödülü? Şartları nedir?

Adamlar onu yola getirdiklerini düşünerek tatlı bir tebessümle anlatmaya başladılar.

İkinci Adam: Kardeşim tek yapman gereken, sürekli Kurucu’nun ayağını öpmek ve o da sana bir milyon lira verecek.

Ressam: Ancak onu kimse göremez sanıyordum. Nasıl öpeceğim, siz nasıl yapıyorsunuz? Herhalde kazanmışsınızdır büyük ödülü.

İkinci Adam: Evet, onu kimse göremez. Sadece ayaklarını hayal ediyoruz ve bir öpücük gönderiyoruz. Ya da bazen Yazıcı’nın ayaklarını öpüyoruz ve o da Kurucu’ya iletiyor.

Şaşkınlığı daha da arttı. Cevaplamadıkları soruyu ciddiyetle yineledi:

Ressam: Tamam da, siz kazanmışsınızdır herhalde, sürekli öptüğünüze göre!

İkinci Adam: Hayır parayı şehri terk ettiğin zaman alıyorsun.

Ressam: Ee! Neden hala burdasınız, ben olsam hemen giderdim.

Birinci Adam: Hayır kardeşim, hemen gidemezsin, gideceğin zamanı Kurucu belirliyor. Ancak emin ol ne biraz geç ne biraz erken olacak yolculuğun. Mesela geçen yıl dedem öldü ve eminim şimdi paralarıyla oynuyordur.

Ressam: Nasıl yani!

Hayatı boyunca katıldığı en ilginç sohbette olduğunu fark etti.

Ressam: Dedeni arayıp nasıl olduğunu, parayı alıp almadığını hiç sormadın mı?

Birinci Adam: Maalesef Kurucu buna izin vermiyor. Hem unutma ki eğer ayaklarını öpmezsen seni bir güzel dövecek ve bu da madde on.

Ellerini göğsünde birleştirip kafasını kaldırarak tehditkar bir ifadeyle konuştu. Sanki Kurucu oymuş gibi. Diğerine göre daha zayıf olan adam araya girdi ve:

İkinci Adam: Hem şu diğer maddelere baksana, alkol kullanma, helal kazan, sabah uyanınca yüzünü yıka. Bunlar herkesin bildiği doğrulardır. Demek ki diğer maddeler de doğru.

Listeyi tekrar eline alarak, hafifçe göz gezdirdikten sonra:

Ressam: İyi de, burada yıldızların gökyüzünden düşebileceği yazıyor. Oysa onların göktaşı olduğunu artık biliyoruz. Bilim adamları bunu çok uzun bir zaman önce ortaya koydu.


Adamlar hafifçe kızardılar ve birbirleriyle göz göze geldiler. Sonra Ressam’a dönüp:

Birinci Adam: Nereden biliyorsun, daha önce gök taşı gördün mü? Onların yıldız olmadığını nasıl kanıtlayacaksın ki? Belki de bu Kurucu’yu haksız çıkarmak için çıplak bilim adamlarınca uydurulmuş bir yalandır bu.

Adamların bu sözlerinden sonra daha fazla konuşmanın mantıksız olacağını düşündü. Aklı içeride, yarım kalan tablosundaydı. Ancak her zaman bulamadığı bu eğlenceyi biraz daha sürdürdü.

Okurken fark ettiği bir başka çelişkiyi sordu:

Ressam: Peki şu çelişkiye ne diyeceksiniz? Birinci madde alkol kullanma diyor ama dokuzuncu maddede uygun miktarda kullanabilirsin yazıyor. Bu çok açık bir hata. Sanırım Yazıcı biraz alkollüydü bunu yazarken.

Adamların yüzündeki damarlar ortaya çıktı, oldukça sinirlenmişlerdi. Bağırarak:

Birinci Adam: Doğru konuş, seni mavi çıplak ucube! O maddeler sadece birbirini açıklıyor o kadar.

Zayıf olan diğerini kolundan tutarken o da bağırıyordu:

İkinci Adam: Seni sersem, bir milyon doları reddediyorsun. Umarım seni bir güzel döver de aklın başına gelir.

Diğeri:
Birinci Adam: Evet, sen yerde kıvranırken ben de senin başına gelip, paralarımı sayarak sana güleceğim. Pislik herif.

Adamlar sert adımlarla kapıdan uzaklaşırlarken, yağmur yeniden başladı.
Ressam hafif bir gülümsemeyle kapıyı kapattığında minik bir gök gürültüsü pencereleri titretti.
Boynundaki fuları söküp, elindeki boyayı silmeye çalışırken gözü şimşekle aydınlanan tabloya takıldı. Yeniden fırçayla bütünleşip dans ederken, tablodaki adama bir çift kanat ekleyiverdi.


Utku Cem - 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder