28.10.09

Bir Nefes

“Buyrun sözü asla soğuk ve gönülsüz söylenmez; Müslümanlar bu gösterişten uzak ağırlamayı her yeni gelene, sınır koymadan veya tereddüt etmeden gösterirler; tıpkı sunulan bir yiyecekle ilgili kusur bulmama adetleri gibi.”



İngiliz Julia Pardoe, 1835 İstanbul’unu anlattığı kitabında böyle demiş, içinde bulunduğum topluma hayranlığımı arttıran tespitiyle. Şimdi ben de gösterişten uzak, sınırsız ve tereddütsüz “Buyrun” diyorum. Kibirsiz, kendinden fazla başkasını seven sonsuz sevgimi sunuyorum. Şarktan doğan güneş ayrım yapmaksızın nasıl ısıtırsa hepimizi, o aşkla sunuyorum. Buyrun!

Genç zihinlerimizi hararetli şiirleriyle ısıtan. Vatan, iman sevgisini kalbimize ışığıyla işleyen bir şair. Gündüz bir şair, öğretmen, muhafazakar aile babası olarak tanınan, geceleri gizlice “Teşkilat-ı Mahsusa”ya gidip ölüm riski yüksek görevler alan biriydi o. Ömer Seyfettin gibi isimlerin de görevde olduğu teşkilatta; Arnavutça, Makedonca, Farsça ve Arapça bilmesi hızla yükselmesini sağladı. Öyle ki Enver Paşa’nın yanında “hususi harekat şefi” oldu. Çok iyi bildiği Kuran’ı ayetler ve hadislerle anlattığı Kürt beyleri ona hayran kaldı. Kurdukları üç alayı “O” örgütledi. Liderliğinde Yıldız Sarayı muhafızlığı, yapmış balkan savaşına katılmış, üç alay.

Zaman gözyaşı, ayrılık, zulüm zamanıydı. Arap yarımadası üzerine çöken ingilizin kara bulutu “Lawrence” rahat durmadı. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i kışkırttı, ve isyanlar başladı. Teşkilat derhal Arap Yarımadası’na sefer düzenledi. Şerif Hüseyin’i etkileyebilecek tek isim “O” idi. Yirmi beş kişilik özel ekip; susuzluk, Bedevi saldırıları, yılan ve akrep sokmaları, güneş çarpması, dizanteri ve diğer hastalıklarla boğuşarak geçen yüz sekiz güne rağmen, Şerif Hüseyin’le görüşemedi.

Üzerine en güzel şiirini yazdığı olayı çöllerde öğrendi, Çanakkale geçilememişti. Günlerce zafere inanamamış, göz yaşları çöl kumlarını ıslatmıştı.

Kabzalığı altından kılıçlar hediye edildi ekibe. Hatta bu kılıçlar Teşkilat-ı Mahsusa’nın sembolü haline geldi. Ancak en bilinen özelliği; alçak gönüllülüğüyle, İstanbul’a döndükten sonra, “Daha Münasip birine veriniz.” Diyerek, kılıçları Kuşçubaşı’na verdi.

Çöldeki göz yaşları kurumadan, Alman Orduları Genel Komutanlık binasına gitti. Fransız ordusundaki müslümanlara hitaben yazdıkları Fokker savaş uçaklarınca Fransız ordusunun üzerine yağdırılırken, U-9 denizaltıları mesajlarını Java ve Hindiçin’e götürüyordu. Berlin’de geçirdiği zaman içinde Almanlara esir düşen müslüman askerlere hitap ettiği konuşmalar plaklara kaydedildi, her toplu namazdan sonra esirlere dinletildi.

Sesi Alman esir kamplarında yankılanır, yazdıkları Hindiçin’de aydınlatırken zihinleri, Anadolu’ya geçti. Artık Kurtuluş Savaşı’nın yüreklendirici askeriydi. Balıkesir Zağanos, Kastamonu Nasrullah camilerinde vatan aşkıyla onu dinleyenler Milli Mücadele’ye koşuyorlardı.

Daha sonra İstiklal Marşı’nı yazdığından ona “milli şair” ünvanı verdiler. Şarkın zihinleri ve gönülleri ısıtan güneşi Mehmet Akif Ersoy’un pek bilinmeyen dünyasıdır bu.

27 Aralık 1936’da öldü. Neyzen Tevfik’ten üflemeyi öğrendiği neyin sesi sustu. Arap Yarımadası’nda, Balkanlar’da, Avrupa’dan Hindiçin’e tüm insanların ortak nefesiydi “O”.

Şimdi, biz gençler okurken onun şiirlerini; bin nefes bir olur. Bu coğrafya, Balkanlar’dan Türkistan’a bir ney gibi uzanır, ve bir nefes bekler.


Bir Söz


“Herkes anlayabildiği kadar yaşar ve anlayamadığı şeyleri umursamadan ölüp gider.”

Bir Fikir Adamı

“Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar.”

Cemil MERİÇ

Bir Şiir



Promete



Duy yüreğinde her dakika

Ateşten gagasını büyük hasretin,



Kendi kendine durmadan şunu de:

Neden onlar gökte, ben çukurda?



Neden güler bana dünya âlem?

Ben neden iki gözü iki çeşme?

Yükselmek göklere, gülmek gibi var mı?



Bir gün açarsa gözünü şu hasta vatan,

Ne varsa yüklen getir bilimin dört bucağından,



Gelecek günlerinin bilinmeyen elektrikçisi

Aydınlığa, bolluğa susamış halkın.



Uyuşukluğu yok eden ne varsa getir,

Yüreği, özü, kafayı besleyen,

Durma, onlara can ver, can.



Gör daima önünde evvel zaman masallarının

Gökten ateş harikasını yere indiren kahramanını...


Varsın bulunmasın bilecek adını, şanını.

Tevfik Fikret


22/10/2009 Sakarya Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder