28.10.09

İnsanlığı Kucaklayan Sevgi

Ağustos ayının sıcağında, Endülüs denen yerde dünyaya geldi. Nur ve Ali b. Muhammed’in çocuğu olarak doğduğunda tarih 1165’i gösteriyordu. Adını Muhyiddin koymuşlar. Küçük yaşta hastalanmış, hummaya tutulmuş. Bu hastalık ona akıl dışı özellikler katmış. Asık suratlı kişilerin ona işkence yaptığını ve yakışıklı, güzel kokulu birinin de onlara engel olduğunu düşlemiş hep. Hatta konuşmuş onlarla. “Kimsiniz?” diye sormuş. “Ben Yasin suresiyim seni korumaya geldim.” Cevabını duymuş. Uzun hayallerden, sancılı saatlerden uyanınca babasını başında yasin okurken görmüş.

Hastalıkla geçen çocukluğun ardından gençliğini maddi hayattan uzak, varlığın sırlarını öğrenmeye adamış. Uykusunda pek çok evvel zaman alimi, ruhlar ve hatta peygamberlerle konuştuğu olurmuş. Bilinmez varlıklara olan merakı, yaşlı bir kadınla tanıştırmış onu. Kimilerine göre diğer varlıklarla temasta olan bu kadın, o daha yirmi yaşına varmamışken neredeyse doksanındaymış. Bu kadın için, Fatıma bintü’l Müsenna için bir kulübe yapmış. Daha sonra onun için manevi annesi olan Fatıma’nın hizmetinde bir iki yıl orada kalmış.

Muhyiddin oldukça genç olmasına rağmen zamanının yüce bilginleri, iktidar sahipleri, İslam alimleriyle bir arada olmuş. Öte alemleri merak eden Muhyiddin, bu alemde bir yeri mesken edinememiş. Öğrenmeye çalıştığı alemin, bilginin peşinde oradan oraya sürüklenip durmuş.

Gördüğü rüyalardan çıkardığı manalar, onunla konuştuğunu söylediği peygamber ya da evvel zaman alimlerinin işaretleriyle hareket etmiş. Gördüğü bir rüyadan çıkardığı sonuca göre tüm merak ettiği soruların cevabı ona bir el uzatmalık mesafede duruyormuş.

Tarikat şeyhleri, hükümdarlar ona büyük sevgi göstermişler. Selçuklu Sultanı Keykavus ona bir ev hediye etmiş. Bir süre oturduğu bu evi de, kendisinden sadaka isteyen birine “Başka bir şeyim yok, al bu ev seni olsun” diyip vermiş.

Zamanı yollarda, bilginin peşinde koşarak geçerken, tanıştığı birkaç hanımdan birkaç çocuğu olmuş. Kadınları pek gönülden sevmese de.

Yakalayabildiği bilgilerle “bir” olmuş, pek çok eser vermiş. Kehanetlerde bulunmuş, gezegenlerin hareketleri, harflerin, sayıların ortaya çıkışları, matematik, maddenin halleri, görgü, toplumsal davranış gibi konularda sayısı bilinmeyen eserler bırakmış, gezdiği yollarda.

Ona göre hayal ile gerçek arasında pek fark yokmuş. Hayal ile gerçek “bir”miş.

Ağacın toprakla, toprağın taşla, taşın insanla, hepsinin Allah’la bir olduğunu söyler dururmuş.

Rüyasında peygamberler, alimler ruhlarla konuşan bu adam. Delilik ve dahilik arasında yürüyerek aramış sorularına, cevapları. Ondan sonraki pek çok düşünüre ilham olmuş buldukları.

Yolundan yürüyüp, sorular somaya devam edenler daha sonra bu felsefeyi “Vahdet-i Vücut” olarak adlandırmışlar. Muhyiddin ibn Arabi 1245’ de bu alemden ayrıldığında geçtiği yollarda bıraktığı izler tasavvufun temel taşı olmuştur.

Işığı sadece doğuyu değil, özgün üslubu Dante, Spinoza, Nietzsche gibi bir çok batılı düşünürü de aydınlatmıştır. Zaten onun için tüm insanlığı kucaklayan sevgi esastır.

Yaşadığı dönemden günümüze ulaşan ışığı, ayırt etmeksizin sevmeyi gösteren hayatı, felsefesiyle Muhyiddin ibn Arabi.


Bir Şiir

Be Hey Kardeş Hakkı Bulam Mı Dersin

Hakka Yarar Amel İşlemeyince

Bu Sırrın Ötesin Duyam Mı Dersin

Mürşid-İ Kamille Başlamayınca



Gel Hey Kardeş Gel Sen Birliğe Özen

Birliktir Her Nefsin Kal’asın Bozan

Hiç Kendi Kendine Kaynar Mı Kazan

Çevre Yanın Ateş Eylemeyince



Aşkın Odu Geldi Yüreğim Harlar

Aşkı Olan, Arı Kendini Neyler

Behey Yunus Sana Söyleme Derler

Ya Ben Öleyim Mi Söylemeyince


Yunus Emre


Bir Söz

“Herkes anlayabildiği kadar yaşar ve anlayamadığı şeyleri umursamadan ölüp gider.”

Platon


Bir Düşünür

İstemek, temeli bakımından acı çekmektir ve yaşamak, istemekten başka bir şey olmadığına göre, hayatın tümü, özü bakımından acıdan başka bir şey değildir.

Arthur Schopenhauer

29/10/2009 Sakarya Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder