“Gökler yoktu bir zamanlar
Yeryüzü yoktu, yükseklik ve derinlik
İsim yoktu”
M.Ö. 2500 Yaratılış
Destanı / Babil
Tam olduğu yerde, önce ya
da sonrada değil, bütünüyle şimdidedir.
Sonsuza odaklanmış zihni
çevresini algılamaya başlar. Milyar yıllık dalgınlığı an be an çözülür, ta ki; ben,
benim, buradayım, varımı fark edinceye dek.
Kadim enerjinin katî
buyruğuyla örtmeye başlar çıplaklığını. Dışarıdakilerin dünyasına çıkıyorsa
eğer; ötekilerin arzuladığı, tanıdığı, kabullendiği gibi olmalı. Bir ‘şey’
sanılan varlığın haline bürünmeli.
İçine gömülü tohumu
doğurmak, yaratmak için.
1: Yalnız mısın?
2: Evet.
1: Tam düşündüğüm gibi
bir başına.
2: Evet, ama kısa bir
zamandır.
Ya sen?
1: Yapayalnızım. Önceden
beri ve şimdi.
2: İzninle, gitmek istiyorum!
1: Yoruldum gitmelerden,
sürgünlerden! Kucaklamak istiyorum, yeni doğan bebeğine sarılan anneler gibi.
Bahçemde gezinmeni, yasaksız ve günahlarınla büyümeni her ağacın gölgesinde.
2: Seni tanımıyorum
henüz.
1: Seni tanıdığım kadar
değil.
2: Annemi tanıyor
olmalısın ya da bir yakınımı!
Ah evet! Çıldırdın mı yoksa yalnızlıktan?
1: Tanıdığımı sanmıyorum.
Duyulmuştur insanın yalnızlıktan delirdiği.
Ancak atalarını delice parçalasa da, yeteri kadar zaman, en yırtıcı avcıyı
seçer.
2: Zır delisin sen!
Çoktan çıkıp gitmeliydim, korkutuyorsun
beni.
1: Lütfen korkma. Kötülüğüm
öldü adım adım, iyiliğim gibi.
2: Sarhoşsun sen, bu
dağınıklığa bakılırsa.
Yardıma ihtiyacın var besbelli!
1: Esrikliğim, dış ve
içimde dönüp duran şeyler, dağınıklığımsa onları kaplayan kara boşlukta. Yardım
ise hayır, yok ihtiyacım hiçbir şeye.
2: O halde neden
buradasın?
1: Burada olmam
mecburiyetti. Başka türlü yapamazdım. Zamanın yokluğundaki, o kara boşlukta
neden bulamam sana.
2: Kader mi dersin yani?
Bir an önce benden ne istediğini açıklasan
iyi olur?
1: Sebep-sonuç ikilemiyle
dalgalanan zaman denizidir, kader. Bense ufkun ve suyun çok ötesindenim. Şimdi,
koyu mavi dip ve mor kirpikler arasından gözlesem de çevreyi.
Açıklamalarım öyle “bir an önce” olmaz: Dağılıp, sayıklarım sakince,
ardından sıkıntıya boğulan zihinlerde yaratılır hayat.
2: Ne istiyorsun?
1: Soruluncaya kadar,
bazı soruların cevabını bildiğini bilmezsin. Bilmediğini bilmediğin gibi. Ne
istediğimi ya da istemediğimi bilmiyorum. Öğrenebilirim, kelime kelime doğarken
sen.
2: Ne demek, bilmiyorum? Kesinlikle,
aklını oynatmışsın yalnızlıktan.
Kimsin sen?
1: Bilmiyorum... Aynadaki
yansı ya da pencere buğusunda kendi kendine konuşur, bilinmez, yalnızlıktan oynatmışlar.
Oysa benim geçmişim yok, yaşayacak ve öğrenecek anlarım var.
Sonsuzluğun önünde hangi nitelemeleri sunmalı, zihni tanıtmak için?
Karşılaşmamız, şiddetle sıfat ve öznelere ihtiyaç duysa da, konuşmayı sürdüren
‘şey’ var olan benin ta kendisi. Sana bir anlam sunmuyor belki, ancak kelimelerin
yarattığını yaşatıyor.
2: Dünyamı gri bir
boyayla boyuyor gibisin. Sıkıntı, merak ve öfke tüm tozlarını havalandırdı
zihnimin. Kim olduğunu da benimle öğreneceksin yani, öyle mi? Dinlenen bir
deliyse, duyulana şaşırmamalı.
1: O yüzden belki,
sonsuzluğun sakinliğini dağıtmamalı, kendimi dinlemeliydim; sessizlik,
pişmanlık, merak ve hamile zihnimin sancılarını dizmeliydim porteme. Ancak bir
“şey”e bürünüyorsam, karşında var olan, sorularına cevaplar olabilir.
Şu an, hiç bir kanıta, açıklamaya ihtiyaç
duymaz. Soyut tanımlamalarla zihni köleleştirmez, ötekilerin silinmez izlerini
taşımaz, sonra ya da önce gibi değildir.
O “şey”, her an seni yaratır durur.
2: Yaa! Öyle mi? Çok
ilginç! Her an beni cevaplıyor, düşünüyorsun demek! Beni nereden tanıdığını
öğrenemeden, şimdi de sürekli düşündüğünü söylüyorsun. Demek gizlice beni takip
ediyordun.
1: Seni tanıdığımı ve
sürekli düşündüğümü söylemedim. Seninle şimdi tanıştım ve ilk kez gördüm.
Yalnız, milyar yıllık uykumun dalgınlığından sıyrılırken, bilmiyorum neden, sen
doğu verdin, büründüğüm şeyden.
2: Ne diyorsun?
Duyduklarım iyice anlamsızlaştı.
1: Derin uykumun, sessiz
ve sancılı düşlerinde merak ederdim seni. Beni fark edince, dağılan dalgınlığım
ve sonrasında görmeye, cevaplamaya, düşünmeye karar verdim seni.
2: Nasıl olur? Onca
zaman, onca karmaşık yollar, yalnızlıklar! İnanmıyorum!
1: Her anın var olması ve
ben farkındalığını sağlayan, çevrenin algılanmamasının imkânsızlığı: Onca
yalnızlık, yol, deniz, kıyı, yelken... İçinde büyüyen tohumda boğulmayı reddettiğimde,
o “şey”e bürünülür. Zihnimde doğurup yarattığım, bulup tanıştığım sana.
2: Ah! Tamam, yazdığı
öyküleri şizofrenik cümlelerle kurgulayan bir yazar olmalısın. Belki acılarla
dolu yaşamlar anlatıyorsundur, ya da okuyucuya satır arasında emirler verdiğin yazıların
vardır, eminim.
1: Kehanet ve emirlerle
okuyucunun kanatlarını yolmak ve zihnin ahengini nefessiz bırakmak ancak soysuz
şair ve yazarların işidir. Bir de peygamberlerin. İbadethanelerini “biz” yüceltmeleriyle,
kâhinlik ve direktifler denklemi üzerine yükseltirler. Var oluşları sahte,
maskeli “biz” çoğuluna temellidir. Oysa ben, “Ben” farkındalığı ve
sorumluluğuna sahibim.
Bütün bunlardan sonra,
yazar olup olmadığıma gelince, bilmiyorum. Hiç bir şey yazmadım şimdiye dek. Ancak
ötekilerin tanıdığı, arzuladığı, kabullendiği şeylere bürünmüş olabilirim belki
de, kimi kitaplarda.
2: Ben kitap okumam ki.
Sadece tahmin etmeye çalışıyordum. Biraz da hayal ediyorum tabiî. Yani, sakınmam
gerek belki de hayallerimi, bunu da okumayarak ve seni tahmin etmeye
çalışmayarak yapabilirim.
1: Bırak, cevaplar tamamlasın beni zihninde.
Geçmişin izleri, takınılan maskelerin arasından süzülüp dolacağım içine. Hem,
okumalısın ki nefesin ahengiyle zihnin kanatlansın.
2: Büründüğünü söylediğin
şu “şey”, her zaman böyle bunaltıcı mı? Peki, sıfat veya nitelemelerden birini
dahi alamaz mısın? Tanıdığım, kabullendiğim “şey”le zihnimde anlamlanmak için.
1: Bunaltın: Yaratırken
kelimelerin beni, zamandaki parçalanmalardır. Sonsuzluktan ayrılan “şey”
bunaltı nedir bilmez. Bunalım hali, zamanın geçmeyişi değil, kopulan
sonsuzluğun ortaya çıkıp, hatırlanmasıdır. Anlam, diğerlerinin yüzlerindeki
etiketlerin yansıması. Bunaltın, zihninde gerçek halimi anlamlandırır,
sonsuzluktaki çıplaklığımı.
2: Peki sonu gelmeyen
yaratılışına, nasıl bir çare bulmalı? İz bile bırakmadan doğduğun ve
derinlerimde filizlerini büyüttüğün “şey”in devası nedir? Çıplaklığının
çarptığı korkunç gerçekliğin acısı nasıl atılır üstümden?
1: Bunaltın, devasız
çürüyüşün kendine. Yalnızca hatırlayış, eski halimizi.
2: Belki de, başka türlü
olmalıydı bu doğum.
1: Evet, belki de.
2: Başka bir yüz, başka bir ses belki. Üstelik
farklı bir alfabeyle hayal edebilirim seni.
1: Bir yüz, ses mi?
Alfabe mi? Nasıl yani?
2: Bilmiyorum.
1: Hayal ediyorsun.
2: Daha farklı, daha
değişik nasıl desem? Seçmesi ne kadar da zor.
Bir kelebek olarak meselâ. Fırtına ve
soğuktan kaçmış, sığınacak yer arayan bir kelebek. Sonsuzlukla savaşmış,
yaralı, kozasını örüp güvenle dinlenebileceği bir sığınak peşinde.
Artık rahatla. Fırtınalar geride kaldı. Sığınağındasın şimdi. Benimle
güvendesin.
1: Şimdi yaralandım asıl.
2: Aa! Neden? Üzüldüm!
1: O kelebek olmak
isterdim demek dahi, benim için çok uzaklarda.
2: Ne kadar da
karamsarsın. Soğuktan donmak üzeresin.
1: Hayır, donacak
değilim. Vahim bir mutsuzluk, acı veriyor, üstelik.
2: Yaa! Pek üzücü. Öyle
güvenle korurdum ki seni oysa. Soğuğa, fırtınaya karşı.
1: Tahminlerin avare ve
diğerlerinin kölesi zihninde, ancak varlığımın içini boşaltıp, yavanlaştırıp,
yersizleştirip hayallerinle yok ediyor.
2: Ama mutsuzsun. O
kelebek gibi mutsuzsun. Ben o mutsuzluk yaranı sarabilirim, kozanı örebilirim.
1: Ama ben şey...
2: Neye ihtiyacın var biliyorum,
ne kadar güneşe, ne kadar mürekkebe?
1: Söyledim ya, tahminlerin
yok ediyor beni. Çevrendekilere, tanıştıklarına adlar verip zihninde döndürüp
dolaştırarak bir yere sığdırmaya çalışıyorsun ve onları sığdırabildiğin ölçüde
tahammül ediyorsun varlıklarına. Aslında bu yaptığınla kendi zihnini de heba
ediyorsun, beni sıradanlaştırırken.
2: İnanmıyorum sana!
Sonsuzluktaki uykunda beni merak ettiğini, fark edince kendini, görmeye,
cevaplamaya, düşünmeye karar verdiğine. İnanmıyorum böyle olağan üstü doğumlara
tanık olacağıma.
1: Ne eksik ne fazla, ne
biraz önce ne de biraz sonra. Söylediğim neyse o kadardır gerçek.
2: Yalnız ve mutsuzsun,
budur gerçek.
1: Nitelemelerin,
sıfatların merhametsiz bir caninin, uysal kurbanı haline getiriyor beni. Daha
sonra parçalarım üzerinde yürüyor, düşüncelerin. Gerçek halime mutsuzluk olarak
yansır bu an, çıplaklığın bulantısıdır benim için. Cani ise, çoktan bunalmıştır
bile.
2: Demek, aklımdaki
mutsuz ve yalnıza dahi uymuyorsun. Üzücü!
1: Görüyor musun, kaosun
karanlığı nasıl da sarıyor etrafımızı?
2: Kaos mu?
1: Evet, işte burada,
aramızda. Bizi anlatan sözcükler yarı yolda kalıyor, içerikler karışıyor,
dilimiz yoz ve yavan, işitilenler anlaşılmaz. Farkına varamadıkça kendimizin, kaosun
ortasındayız. Ben, benim, buradayım, varım demeyi reddettikçe, feda ediyoruz
kendimizi.
Yine de, mecburum burada olmaya. Sonsuz düzen neye yarar, en yalnız
halimde, parçalanırken içimdeki tohum? Şimdide, şu anda, seni görmek,
cevaplamak, düşünmek varken.
2: Lütfen, inanmıyorum
dedim sana. Bir rüya anlatıyorsun.
Acıyorum yalnızlığına. Öyle uzun zaman
yalnız kalmışsın ki, varlığımı âdeta emiyorsun. Beni kullanıyorsun. Kim bilir,
daha önce kaç kere yaptın bunu? Sıradaki kurbanın benim sanırım. Neden ama?
Neden yaparsın, böyle iğrenç bir şeyi?
1: Ah! Kalıpları arasında
parçaladın beni, maskelerinin. Çürük, zorba ve yalan hayallerin nasıl da
biçiyor zihnimi? Sandığın şey değilim ben.
2: Zor durumdasın,
anlıyorum seni ve üzülüyorum. Yalan söylemek durumunda kalmanı anlayışla karşılıyorum.
1: Yalan değil, ben o şey
değilim.
2: Bu bir hastalık,
anlıyorum. Ah! Seni küçük kelebek, sığın bana. Kim bilir nasıl mutsuz ve
yalnızdın.
1: Evet, yalnız şey b...
2: Bilirim.
Durduramıyorsun kendini değil mi? Bir türlü son veremiyorsun, diğerlerinin
varlığını sömürmeye. Nasıl bir tat alıyorsun bu işten kim bilir? Ancak,
anlayışlıyım ben.
1: Ben, tarif ettiğin o
şey değilim. Lütfen uyan artık.
Fikirler, insanlardan daha canlıdır. İnsanlar onlarla yaşarlar ve dahi onlar için
ölürler. Ancak hiç biri nesnelliğin, tutarlılığın gereklerine uymaz ve insanlar
onlarla ölüme yürürler, adım adım. Beni tanımlamak için kurguladığın fikirler
yalnızca ölüme çıkıyor. Bende değerlendireceğin, sınırsız “şeyler”
tasarlanabilecek en belirsiz varlığı oluştursa da, denemelisin.
2: Demek, bildiğim
canavarlardan bile değilsin. Üzüldüm, doğrusu.
Deniyorum, düşünüyorum.
Hep denendiğimi düşünürüm biliyor musun? Uzaklarda benim görmek istediğim
ve beni görmek isteyen birinin olduğunu düşünürüm. Başıma gelen her şeyin
aramızdaki sınavın bir parçası olduğunu. Belki gözünün üstümde olduğunu bilmemi
isteyen biri olduğunu. Çoğu zaman hayal ederim onu. Yalnız da sayılamam
aslında, hep izlenip, düşünülen, sevilen, özlenen kişi yalnız olur mu hiç?
Evet, bu bir sınav ve ben dikkatliyimdir, hiç hata yapmam. Ona bağlıyım. Samimî
bir şekilde bağlıyım ona. Anladın, inandın mı bana?
1: Anladım ancak inanıp
inanmamam neyi değiştirir?
2: Seni o gönderdi değil
mi? Beni deniyor. Gerek yok artık bunca oyuna. Hadi git söyle ona, sınavın
sonucunu. Tüm dikkatimle verdim işte bu sınavı da. Söyle ona, yalnızım, bir başınayım.
1: Öksüz ve yalnızsın
herkes gibi ve kendine bir anne ya da baba arıyorsun. Bir yığın yalnız
ortasında, birbirine karıp, karıştırarak yalnız bırakan bir “şey”in kurbanısın.
Kendi bilincinden kaçmak için yalnızca, koşuyorsun ona. Derini yüzen, gözlerini
oyan, ya paranı ya canını diyen soyguncuya kanmışsın ve onu bekliyor, ona sadık
kalıyor, itaat ediyorum derken, aslında beklediğin, sadık kaldığın, itaat
ettiğin, kendinin farkına varmak istemeyişin.
Dilerdim
ki büründüğüm bu şey, gözünü açıp, kendini görmeni sağlar. Ancak anlıyorum ki,
doğurmak ve yaratmak yetmez. Görebilmek için kendini, sonsuza odaklanmalı zihin
milyarlarca yıl boyu ve sonsuzluk, merak, pişmanlık tüketilmeli.
Üzgünüm.
2: Bir aracı bile
değilmişsin meğer.
Nesin, kimsin sen öyleyse? Ne bir kelebek, ne bir hasta ne de bir aracı.
Söyle artık, ne olur?
1: “Şey” sadece “şey”.
Hem öyle, hem böyle. Hem orada hem burada. Her yerde ve hiçbir yerde. Sonda ve
başta.
Kaderim farklıdır, çünkü umutlarım yoktur beni köleleştiren. Uyurgezer
okyanusunun sonsuza akışını izlerim. Dalgınlığım öyle derindir ki, kendi
varlığımı unuturum.
Sonrada ya da öncede değil, tam tamına şimdide.
Ben, artık gitmek istiyorum.
2: Yalnızlığa gidiyorsun
yine değil mi? Merak, pişmanlık ve sonsuzluktan kurtulmak için görmek istemedin
mi beni? Cevaplamak, düşünmek için karşılaşmamış mıydık?
1: Biliyorum, yalnızlığa
gidiyorum. Büründüğüm “şey”den çıplaklığıma.
2: Neden, neden şimdi?
Tam yalnızlığım dağılır gibi olmuştu.
1: Söylediğim gibi, bana
inanmadın. Beni göremedin.
2: Gitme, inanmadığım,
göremediğim bir “şey” olsan da gitme.
1: Senin ardında,
çevrende, yalnızca kendimle ve sonsuzun çağrısına cevap vermeksizin kalmak,
gezinmek; varlıksız ve nesnesiz tamamen saf bir halde uzaklarda süzülen bir
“şey” olamam.
Yanıp tutuşur, kıvranır
doğurmak ve yaratmak için. Lâkin yapamaz. Bildiği ve olduğu “şey” birbirinin
aynıdır, şimdide düğümlenmiş.
Dilin anlayışsızlığı ve sınırlarını anlatan, kişiyi dilin karşılığını bulabildiği düşünce ve duygularla sınırlayan fikirleri gösteren güzel ve derin anlatı için teşekkürler Utku Cem
YanıtlaSilEleştirin için, ben de teşekkür ederim.
Sil