11.1.14

Kaos ve Yeısı İzleyen ‘Neşeye Övgü’

Geçen hafta, AB liderleri on yıllık diplomatik tartışmaya bir son verdiler ve Lizbon Anlaşması’nı imzaladılar. Özetle, Avurpa’nın dünya sahnesinde temsili için, daimi görevle Avrupa Birliği Başkanı oluşturulmasını da içeren, örgütün tam bir revizyonu. Lizbon’un görkemli Jeronimos Manastrırı’ndaki tören boyunca, fonda bir koro Beethoven’ın ‘Neşeye Övgü’ eserini icra etti. Beethoven’ın dokuzuncu senfonsinin dördüncü bölümü, (İlk kez 1824’te icra edilmiştir) Avrupa Birliği’nin resmi milli marşı ( 1972 gibi ilan edilmiştir) olmak için zararsız bir seçim gibi gözükse de, aslında Avrupa’nın bugünkü vaziyeti hakkında beklenebiliciğinden fazlasını anlatır.

‘Neşeye Övgü’, tatil dönemlerinin klişesi olan, (Özellikle Japonya’da, kült mertebesine ulaşmıştır) sadece yaygın popülerliğe sahip bir klasik müzik parçası olmaktan fazlasıdır. Ayrıca, bir yüzyıldan beri, edebi teorisyenlerce ‘gösterge’, (Her şeyi temsil edebilen bir sembol.) olarak adlandırılır.

Erken dönem 20. Yüzyıl Fransa’sında, Nobel ödüllü Romain Rolland tarafından, tüm insanların kardeşliğinin yüce hümanist övgüsü olarak ilan edilmiş ve “İnsanlığın Marseillaise’i” olarak adlandırılmıştır. 1938’de Nazi müzik festivali olan, Reichsmusiktage’nin en önemli eseri olarak icra edilmiş ve daha sonra Hitler’in doğum gününü kutlamakta kullanılmıştır. Çin’deki Kültür Devrimi boyunca, Avrupa klasiklerinin tümden reddedildiği bir atmosferde, ilerici sınıf mücadelesinin bir parçası olarak, bazıları tarafından kurtarılmıştır.

1950 ve 60’larda, Batı ve Doğu Almanya Olimpiyat takımları, tek bir takım olarak yarışmaya zorlandığında, altın madalyalar milli marş yerine ‘Neşeye Övgü’ çalarken dağıtıldı. Ian Smith’in, Rodesyalı beyaz ırk üstünlükçü rejimine Milli marş olarak da hizmet etti.

Bunlarla beraber, müziğin bir bölünün tuhaf bir dengesizliği var. Bölümün ortasında, üç orkestra ve üç vokal çeşitlemede ana melodiyi duyduktan sonra (‘Neşe’ teması), son 180 yıldır eleştirmenleri rahatsız eden beklenmedik bir şey olur: 331. Barda, ton tamamiyle değişir ve kutsi ilahi devamlılığın yerine, aynı ‘neşe’ teması “marcia turca” (Türk Marşı) tarzında tekrar edilir. Avrupa ordularının 18. Yüzyılda Türk yeniçerilerinden uyarladıkları, üflemeli ve vurmalı çalgılar için askeri müzikten ödünç alınmış bir düşünce.

Daha sonra mod bir karnaval geçidi, alaycı piyes halini alır ( Hatta, eleştiriler Türk marşının başlangıcında, fagot ve bas davulun eşlik ettiği sesleri geğirtiyle karşılaştırmıştırlar) Bu noktadan sonra, benzer eleştiriler herşeyin yanlış gittiğini sezdirir, bölümün ilk kısmındaki basit ağırbaşlı merasim asla geri gelmez.

Peki ya bu eleştiriler kısmen doğruysa, bir şeyler ya sadece Türk marşının başlangıcıyla yanlış gitmeye başlamamışsa? Ya çok öncesinde başlamışsa? Belki de, yegane kabul edilecek bir şey varsa, o da “Neşeye Övgü”de tatsız bir aldatıcılığın olduğu. Yani, 331. Bar’dan sonra giriş yapan kaos, başından itibaren bir tür “bastırılanın dönüşü”, maceracılığın belirtisi.

Eğer mesele buysa, bu yolla tüm bakışımızı değiştirmeli ve marşı, ondan öncesindeki kısa absürt harikuladeliğini keserek normalliğe dönüş olarak algılamalıyız. Bu, müziğin bizi dünyaya geri getirdiği nokta, sanki; “İnsanoğlunun kardeşliğini mi kutlamak istiyorsunuz? İşte buradalar, gerçek insanlık..” der gibi.

Ve bugün aynısı Avrupa için geçerli değil mi? “Neşeye Övgü’nün müziğine konan, Friedrich Schiller’in koronun eşliğinde gelen şiirinin ikinci kıt'ası, dünyanın “milyonlarını” “kucaklamaya” davet ederek, meymenetsizce sona erer: “ Ancak sevinemeyen kimse, bırakın döksün uzakta göz yaşını.” Bunu akılda tutarak, Türk marşının son paradoksunu gözden kaçırmak zor: Avrupa, kıta birliğinin nihai ayarlarını Lizbon’da yaparken, Türkler ümitlerine karşın kucaklamanın dışındalar.

Yani, önümüzdeki günlerde tekrar ve tekrar Neşeye Övgü’yü duyduğumuzda, bu mükemmel melodinin ardından neyin geldiğini hatırlamak uygun olsa gerek. Hepimizin nasıl büyük  bir aile olduğumuza dair sıcak duygulara yenik düşmeden önce, bence Avrupalı dostlarım bizimle sevinemeyenlere, tüm “uzakta göz yaşı dökmeye” zorlananlara yönelik düşüncelerden kaçınmamalıdırlar. Bu belki de, gösterilere, araba yakmalara ve şimdi şehirlerimizde gördüğümüz Türk marşının farklı şekillerine son verebiliciğimiz tek yoldur.

Slavoj Zizek
NYT, 24 Aralık 2007

Sefoninin İlgili Kısmı:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder