Eğer şuan ne söylediğimi duyup anlayabiliyorsanız,
muhtemelen İngilizce biliyorsunuz. Aynı şekilde, İngilizce düşünüyorsunuz değil
mi? Örneğin kendinize “Bu adam ne zaman esas konuya gelecek?” diyor
olabilirsiniz. Ancak tüm bu kelimeleri İngilizceden çıkartsaydım, yine de aynı
şeyi düşünebilir miydiniz? Nihayetinde muhtemelen kendi kendinize düşünürken her zaman
dilin içinde kalıyorsunuz. Eğer daha az kelime bilseydiniz, daha mı az
düşünebilirdiniz? Daha önemlisi, karmaşık düşünceler üretebilir miydiniz?
1984
George Orwell bu konuyu klasik romanı 1984’de keşfediyor: Başkahraman
Winston Smith, Londra şehrinin Havaşeridi Bir bölgesindeki Okyanusya süper
devletinde yaşamaktadır. Devlet, Büyük Birader diye bilinen tasvir tarafından
yönetilen totaliter partice idare edilmektedir. Parti bütün devlet ve
vatandaşların üzerinde tam ve mutlak hakimiyeti gözetmektedir. Tipik totaliter
rejim yöntemlerini kullanmaktadırlar. Fakat ben özellikle bir metot üzerine
odaklanmak istiyorum.
Yenisöylem
Parti, Yenisöylem denen Eskisöylem’in yerini alan yeni bir
dil icat etmiştir. Eskisöylem, şuan konuştuğumuz İngilizcedir. Yenisöylem, daha
az sayıdaki kelime haznesiyle büyük oranda yeniden düzenlenmiş İngilizcenin
türevidir. Birkaç on yılın ardından Parti, ideolojik hedefine hizmet etmeyen her
kelimenin atılacağını ummaktadır.
Parti’nin düşüncesine göre, vatandaşların kullandığı dili
kısıtlayarak düşünme kabiliyetleri de sınırlanabilir. Daha da önemlisi Parti’nin
ideolojisine aykırı düşüncelere sahip kimselerin düşünceleri sınırlanabilir:
politik veya entelektüel özgürlük kavramları namevcut hale gelebilirdi böylece.
Sapir-Whorf Hipotezi
Edward Sapir |
Dilsel belirlemeciliğe göre cevap evet olabilir. Dilsel
belirlemecilik, Sapir-Whorf hipotezi denen daha büyük başka bir teorinin yarısıdır.
Diğer yarısıysa dilsel etkiselliktir.
Edward Sapir şöyle yazmıştır:
“Farklı toplumların yaşadığı dünya, yalnızca farklı etiketler
iliştirilmiş benzer dünyalar değil müstakil dünyalardır.”
Sapir, dilin düşüncemizde etkili olduğuna inanıyordu.
Benjamin Lee Whorf
Benjamin Lee Whorf – Sapir’in öğencisi – bu hattı daha ileri
götürdü. Hopi dili üzerindeki çalışmalarına dayanarak, zamanı karşılayan bir
kelimeleri olmadığını iddia etti. Bu keşif, Hopi konuşanların zamanı farklı
deneyimlediklerini düşünmesi için Whorf’a olanak sağladı.
B. L. Whorf |
“Bu Hopi bakışıyla, zaman kaybolup gider ve uzay bozulmuştur
yani öngördüğümüz kurumlar veya klasik Newtonyen mekaniklerin türdeş ve anlık
ebedi uzayı artık mevcut değildir. Aynı zamanda, yeni kavramlar ve soyutlamalar
resme dâhil olurken benzer zaman ve uzaya ait olmayan evren tarifi görevi
devralır.”
İngilizcede, bir eylemin gerçekleştiği anı açıklayan zaman
kiplerini içeren fiillerimiz vardır. Örneğin kar yağdı dersem, bunun geçmişe
bir atıf olduğunu bilirsiniz. Kar yağıyor dersem, bu şimdiyi işaret eder.
İngilizcede zamanı böleriz ve onu geçmiş, gelecek, şimdi, dakika, saat, gün,
haftalara ayırırız ve onu bu şekilde yaşarız.
Hopi’ler onu parçalara ayıracak kelimelerden yoksunlar diye
zamanı esasen farklı bir yolla mı deneyimliyorlar? Hayır. Ortaya çıktı ki, Hopi
dili zamanı karşılayan başka yöntemlere sahip. Yani, zamanı bizim
algıladığımızdan farklı algılamıyorlar. Ancak henüz teori ölmüş değil.
Dani Halkı |
Renk Testi
Yeni Gineli Dani halkı rengi tarif eden sadece iki kelimeye
sahip: mili ve mola. Mili soğuk veya koyu renkleri betimler ve mola da sıcak ve
açık renkleri. Eğer dilsel belirlemecilik doğruysa, Dani halkının bizim
yaptığımız gibi renkleri detaylıca ayıramamaları gerekir. Yani, sadece koyu
veya açık diyebilmeleri gerekiyor değil mi? Araştırmaların gösterdiğine göre,
Dani halkı farklı renkleri gayet iyi ayırt edebiliyorlar fakat onları tarif
edebilicekleri kelimeleri yok sadece. Peki eğer renkleri ayırt edebiliyorlarsa,
neden onları karşılayacak kelimeleri yok?
Kültür, Dil ve Düşünce
Öyle gözüküyor ki dil, düşünce ve kültür arasında
birbirleriyle bağlı ve karmaşık ilişkiler mevcut. Çıkmazı daha açık hale
getirmemize yardım edecek bir düşünce deneyi yapalım. İki varsayımsal kültür
düşünün: Kültür A ve Kültür B. Kültür A, bayrakları yeşilin çeşitli tonlarından
müteşekkildir ve ormanda yaşıyordurlar. Kültür B, bayrakları mavinin çeşitli
tonlarından yapılı ve okyanus kıyısında yaşıyordurlar. Şimdi, her iki kültüre
de daha açık yeşil ve daha koyu yeşil gösterdiğimizi düşünelim.
Kültür A’nın iki renk arasındaki farkı ayırmakta daha iyi
olmaları muhtemeldir çünkü bunu ayırt etmeye değer verirler. Bir ormanda
yaşadıklarından, pek çok yeşil görürler ve daha koyu, daha açık tonların
farklılığını belirlemek dillerinde vardır. Bu belirleme bir diğeriyle iletişim
kuramaya ihtiyaçlarındandır.
Diğer yandan, Kültür B’ye ne renk gördükleri sorulduğunda,
sadece bir kelimeyle cevap verebilirler: yeşil. Bu ayırt edişi önemsemezler
çünkü ihtiyaçları yoktur.
Farklı dillerde gördüğümüz şeylere dair kelime
eksikliklerinin kapsamı daha çok kültürlerinin yansımasıdır; dünyayı farklı
görmeleri gerekmez fakat farklı şeylere önem verirler. Peki, bütün bunların
1984’ün içeriğiyle ne ilgisi var? Yenisöylem düşünceleri kısıtlamada etkili
olabilir miydi?
Düşünme Dili
Dil, düşünce ve kültür arasındaki karmaşık ilişki tamamıyla
anlaşılamamıştır; biliminsanları hala bunu çözmek için çalışmaktalar. Ancak Yenisöylem
dili, dilsel belirlemeciliğin bir yansıması ve Sapir-Whorf hipotezinin güçlü
bir biçimi. Gördüğümüz üzere, bu teori olasılıksız. Bir dilin sadece zaman veya
renkleri karşılayan kelimelerden yoksunluğu, onu konuşanların bu fenomenleri
yaşayamadıkları veya onlar için yeni bir kelime yaratamayacakları anlamına
gelmez.
Psikolog, dil bilimci ve yazar Steven Pinker The Language
Instinct kitabında ilginç bir yaklaşımı ileri sürüyor: bütün insanların
doğuştan düşünme veya akıl diline sahip olduklarına inanıyor.
Bu teoriye göre, siz veya ben İngilizce düşünmüyoruz.
Düşüncenin diliyle düşünüyoruz ve şahsi dillerimize tercüme ediyoruz ve böylece
diğerleriyle iletişim kurabiliyoruz.
Eğer totaliter bir hükümet gücü elde eder ve özgürlük,
demokrasi gibi kelimeleri biçmeye başlarsa, bu kavramları düşünme
kabiliyetimizi yitirir miyiz yani? Pek olası gözükmüyor. Siz ya da ben yine de
baskıyı hissedebilirdik, baskıyı düşünce dilimizde düşünüyor olurduk. Her
ikimizin de hissettiği ve düşündüğü bu soyut düşünceyi iletebilirdik. Önce
düşünce gelir, sonra dil.
Dillere bu açıdan baktığınızda, hepsinin güzel bir yanı var.
Bu algıyla, bir dile bakabilir ve insanların yaratmayı seçtikleri kelimelerin
üzerine kurulu kültürlerindeki değer ve düşüncelerinin yansımasını görebiliriz.
Kaynak: https://www.freedominthought.com/archive/can-you-think-complex-thoughts-without-language-1984-george-orwell
Tercüme: Utku Cem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder