16.9.10

Bir Ruhun Farklı Yüzleri


Her kime baksanız gözlerinde kendinizi ararsınız ya da kaf dağındaki düşlerinizden uçarak gelenleri:

Narcissus’un nefesi tazelenir, kör gözlerde nergisler biter. Başkalarının derinlerinde görür de bir iki yansımanızı, sularında boğulursunuz yanılgı zamanlarının.

14.9.10

Yolculuk Nereye?

Son on yılda yapılan önemli buluşlar ve fark ettiğim daha eski gerçeklerden yola çıkarak:

Ne zamana kadar kendinizden kaçacaksınız? Ne zamana kadar, bedensel arzularınızın kölesi olan hayatlarınız için, ellerinizi boşluğa açıp mucizeler dileneceksiniz? Yıkan, yapan ellerinizi ne zaman görecek gözleriniz?

12.9.10

Eylül

Kızıl bir hançer. Günler içime batıyor. Yokluğunu kaç güneş doldurur?
Kırmızı bir yalnızlık. Kadehler boynuma sarılıyor. Kaç gece söndürür içimdekini?
Solgun bir yaprak. Hayatın tiktaklarında sürükleniyor. Hangi rüzgar erdirir sana?
Sonuncusu belki, yelkovanın.
Ilık bir nefes. Yazın veda öpüşleri. Elim, yüzüm, saçım, bedenimde.
Hangi öpüş hissettirir gözlerini?
Eylüller böyle değildi. Yoksa yaşamadım mı kaç zamandır?

5.9.10

Terk

Ben dün; hastalık zihinlerde anım, bakışım, kokum, sarılışım..
Ben dün; koşarak asılırım boynunuza, yeni hayata açılan yelkenler gibi tutkuyla ve özlemle.
Ben dün; derin bir sancıyla alev alev göğsünüzde bakışlarım.
Ben dün; tablodaki mavi gözlerin yeşil çapaklarında dalga dalga kokum.
Ben dünüm; çığlıklar basarken loş odalarını zihnin, deli gülümseyişlerle yansırım yüzünüzde.
Ben dünüm; yarının burnu havada, ardına bakmadan uzaklaşıp umarsız, gidişini izlerim.
Her tik taktta terk eder kibirli çizgiler de beni.
Her tik takta acemi ölürüm, her biri diğerinden daha başka.

4.9.10

Mavi Ayakkabılar

En aydın zamanda sekerek geçti, hasret asasıyla yarılmış sudan. Zihni bulutlara ermiş esrik melodiydi, süzüldü kıvrım kıvrım yarın gibi toprağa.

Beyazlar içindeydi çocuk, mavi ayakkabısıyla. Aydınlık nazlı bir tüldü, tanrıyla arasında.

Putlar toplaşıp üflerken kara bulutları, yeni uzaklar bıraktılar tanrıyla arasına çocuğun. Bin şimşekle vurdu bir kelime kızıl gülden.
Rüzgarda biçilen çimlerin kokusu duyuldu, kanı mavi ayakkabılarına süzülürken.

Cebindeydi daha süt dişleri, herkesten acemi öldü. Belki de yüreği tanrı için fazla küçüktü.

Putlar keyifle gülüştü, martı kanatlarında. Cansız bedeni sokak sokak sürüklenirken mavi ayakkabılarında.

Güneş eritirken son demleri her an, vefa camisinin gölgesine sığındı bedeni. Suskun ve içli içli ayrılık dökülüyordu minarelerden.

Sarhoş tabloların dillerinde gözler yitti, köpük köpük güller açan vapurların sirenlerinde sesler.

Mavi ayakkabılar dün oldu. Çocuk tüm varlığıyla toprak.
 Video: Bülent Ortaçgil - Yolculuk

Bahçem ve Kelebek

Bilemediği nedenlerin rüzgarı getirdi yaşamı, donduğunda kızılca zaman. Yağmurlu, gri günlerimde bulduğum gibi, ebem kuşağıyla doğdun.
Altın hüzmeleri saçından, teninin ve gözlerinin renginden utanıp gün kaçtı geceye. Eşsizliğinin sarhoşluğuyla kapandı gözler hayale, aygın saatlerde kalbe dokundu beyaz güller.
Zaman nasıl sararsa çaresiz hayatın yüzünü çizgilerle öyle sardı ışığın nemli, puslu kalp odalarını.
Mavi kelebek uçuşur hayalin göğsümün bahçelerinde.
Oysa: Yalanda kanatların, masallar antenlerinde, efsanelerin büyüsü gözlerinde, üç günlük ömründe anlamı ararsın.
Dön, gel! Sonsuzluk, anlamı bulsun gelişinle bahçemde.
Yıldırımlar saçan bulutlardan sesimle haykırıyorum; dön, gel!
Bal akan çeşmeler, taze dudaklardan fazlası bu cennet bahçesi; dön, gel!