Dijital araçların gürültüsüyle kuşatılmış ve eski moda olan roman
okuma erdemi geçkin hatta beyhude görülebilir. Ancak kurmacanın değerlenmesine,
beklenmeyen bir yerden destek geliyor: Sinir bilim.
Beyin taramaları, detaylı bir betimleme, çağrışımlı mecaz
veya karakterler arasındaki duygu alışverişini okuduğumuzda kafamızın içinde
neler olduğunu ortaya koyuyor. Öyküler, araştırmanın gösterdiğine göre, beyni
uyarıyor ve hatta davranışlarımızı değiştiriyor.
Araştırmacıların uzun zamandır bildikleri üzere, Broca[1]
ve Wernickle[2] gibi
klasik dil bölgeleri beynin yazılı kelimeleri nasıl yorumladığıyla ilişkili.
Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, bilim adamlarının farkına vardıkları şey,
anlatıların beynimizin diğer pek çok bölgesini de eyleme geçirdiği ve okuma
deneyiminin neden bu kadar canlı hissettirebildiği oldu. Örneğin; “Lavanta”, “Tarçın”
ve “Çorba” gibi kelimeler yalnızca dil-işlem bölgelerinde ortaya çıkan
karşılıklarla değil ayrıca kokularla olan ilişkiye de bağlı.
2006 yılı Neuroİmage dergisinde yayımlanan bir çalışmada,
İspanya’daki araştırmacılar katılımcılara güçlü kokularla ilişkilendirilen
kelimeleri nötrlerle birlikte okumalarını istediler. Bu esnada beyinleri, Fonksiyonel
Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) Makinesi tarafından taranmaktaydı. Denekler
İspanyolca olan “parfüm” ve “kahve” kelimelerine baktıklarında ön koku alma
duyusu korteksleri ışıldıyor; “sandalye” ve “anahtar” gibi kelimeleri
gördüklerinde bölge karanlığa gömülüyordu. Beynin mecazları ele alışı da
kapsamlı çalışmaya tabii tutulmuş; Bazı bilim adamlarının iddia ettiğine göre, “kötü
bir gün” gibi mecazlar kelimeler olarak basitçe işlem görmekte, daha fazlası
değil. Yine de geçtiğimiz ay Emory Üniversitesi’nden bir araştırma grubu
Brain&Language’a bildirdiğine göre, laboratuvarlarındaki denekler dokunmayı içeren
bir mecazı okuduklarında, dokunmayla hissedileni algılamakla görevli olan duyusal
korteks faaliyete geçmiş. “Şarkıcının kadife gibi sesi vardı” ve “Kayış gibi
elleri vardı” gibi mecazlar duyusal korteksi uyarırken, ifadeler “Şarkıcının
hoş sesi vardı” ve “Güçlü elleri vardı” gibi anlamlarla eşleştiğinde uyarmamış.
Araştırmacılar hareketleri tarif eden kelimelerin beynin
dil-işlem bölgelerinden farklı bölgeleri de uyardığını keşfettiler. Fransa Dil
Canlılıkları Laboratuarı’ndan kavram bilimci Veronique Boulenger’ın yaptığı bir
çalışmada, katılımcıların beyni “John nesneyi kavradı” ve “Pablo topa vurdu”
gibi cümleleri okurlarken tarandı. Taramalar vücudun hareketlerini düzenleyen
motor kortekste faaliyet olduğunu ortaya koydu. Üstelik bu faaliyet, hareket
kolla ilişkiyi tarif ettiğinde ve diğer parçada hareketin bacakla
ilişkilendirdiğinde motor korteksin bir bölgesinde yoğunlaştı.
Keith Oatley |
Öyle gözüküyor ki, beyin bir deneyim hakkında okumak ve
gerçek hayatta onunla yüzleşmek arasında pek fazla ayrım gözetmiyor; Her iki
durumda da, benzer nörolojik bölgeler uyarılıyor. Toronto Ünversitesi’nden emekli
kavramsal psikoloji profesörü olan (ve bir roman yazarı) Keith Oatley okumanın
gerçeğin canlı simülasyonunu ürettiğini öne sürüyor, “okuyucuların zihninde,
bilgisayar simülasyonlarının bilgisayarlarda çalıştığı gibi çalışıyor.” Anlatı –
anımsatıcı detaylar, hayalci mecazlar, insanlar ve davranışlarının incelikli
tarifi – bilhassa zengin bir kopya sunar. Aslında, romanlar gerçeğin
simülasyonu olmanın ötesine geçerek, okuyucuların sayfadan ayrı kalamayacakları
bir deneyim kazandırır: Diğer insanların duygu ve düşüncelerinin tümünün içine
girme imkanı.
Elbette roman, insanın sosyal ve duygusal hayatının keşfinde
eşsiz bir araçtır. Ve beynin koku, dokunma ve hareketlerin tariflerine
gerçeklermiş gibi tepki verdiğinin kanıtı ortada, yani kurgu karakterlerin
arasında gerçek hayattaki sosyal karşılaşmalar gibi davranmakta.
Kanada, York Üniversitesi’nde psikolog olan, 86 fMRI analizi
yapmış, Annual Review Of Psychology’de geçen yıl yayımlanan çalışmalarında
Raymond Mar, nihayetinde öyküleri anlamada ve diğer bireylerle olan etkileşimi
konumlandırmada – bilhassa diğerleriyle olan etkileşimde duygu ve düşünceleri
anlamada kullanılan beyin ağlarının önemli örtüşmeleri olduğu sonucuna
varıyor. Bilim adamları diğer insanların niyet haritasını inşa eden bu beyin
kapasitesini “Zihin Teorisi” olarak isimlendiriyorlar. Anlatılar bu kapasiteyle
bağlanmak için eşsiz bir fırsat sunuyorlar. Karakterlerle özlem ve düş
kırıklıklarını tanımlıyoruz, gizli dürtülerini tahmin ediyoruz, dost ve
düşmanları, komşu ve sevenlerin etkileşimlerini takip ediyoruz.
Raymond Mar |
Bir diğer beden araştırmasının iddia ettiğine göre, gerçek
hayattaki sosyal becerimizi bileyleyen bir egzersiz gibi. Dr. Oatley ve Dr.
Mar, birkaç diğer bilim adamıyla eş güdümlü olarak, 2006 ve 2009’da yayımlanan
iki çalışmada açıkladıklarına göre; Sıklıkla roman okuyan bireyler, diğer
insanları anlamada, onlarla empati kurmada ve dünyayı onların bakış açılarından
görmekte daha kabiliyetli olabiliyorlar. Bu ilişki, daha çok empati kurabilen
bireylerin roman okumayı tercih edebileceği olasılığı araştırmacılar tarafından
hesaplandıktan sonra bile devam etti. Dr. Mar 2010’daki bir çalışmada, okul
öncesi çocuklarda aynı sonuca ulaştı: Onlara daha çok öykü okudukça, “zihin teorileri”
kuvvetlendi – benzer etki film izleyerek de üretildi ancak ilginç biçimde, TV
izleyerek olmadı. (Dr. Mar, bunu çocukların TV’yi daha çok yalnız, filmleri
aileleriyle izlemeleri ve Ebeveyn-Çocuk iletişiminin kurulmasıyla açıklıyor.)
Dr. Oatley’in vurguladığına göre; “Roman özellikle
kullanışlı bir simülasyon çünkü sosyal dünyayı verimli biçimde aşmak oldukça
güç ve neden - sonuç aşamalarının sayısız etkileşimini ölçüp biçmemizi gerektiriyor.
Bilgisayar simülasyonlarının hava durumunu tahmin etmek, uçak uçurmak gibi
karmaşık sorunların üstesinden gelebilmemize yardımcı oldukları gibi, roman,
öykü ve tiyatro eserleri de sosyal hayatın karmaşasını anlamamıza yardımcı
olabilir.
Bu bulgular, bir roman tarafından inşa edilmiş ya da
aydınlanmış hissetme, kendilerini cesur, genç kadın Elizabeth Bennet veya sinir
bozucu, ukala Edward Casaubon’la karşılaştırma deneyimini yaşamış okuyucular
için doğrulayıcı olacak. Okumanın, bizi insan oğlu olarak geliştirdiği ve
büyüttüğünün kanıtlandığı uzun zaman oldu. Beyin bilimi, bu iddianın hayal
ettiğimizden daha doğru olduğunu gösterdi.
Kaynak: Amir D. Aczel / Time / 26.04.14
Tercüme: Utku Cem / 28.04.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder